Baştaki tasavvufi tanıma ilaveten bir de akedemik tarif ilave edecek olursak şöyle ifade edebiliriz: “Tefekkür: İnsana verilen akli ve kalbi donanımla varlık, olay ve soyut gerçeklikler hakkında metedolojik düşünme şeklidir.”
Kanaatimce tefekküre dayandığı için olsa gerektir ki; imanî ve itikadî meselelerin sevapları bire yüzler ile, bire binler ile, amelî olanlar ise bire onlarla karşılanır. İnsan ancak tefekkür-ü imanî istidadıyla, nefsanî arzuların anaforundan kurtulabilir.
İnsanı insan yapan ve şuur ikliminde yeşertecek olan, ruhanî bir tefekkür derinliğidir. Ruhu kemalâta kamçılar. Onun için, merhum Ali Ulvi Kurucu, “Rûhun, bu ihtiyacını söyler akan sular,/ Kur’an’a, her zaman, beşerin ihtiyacı var” der.
Hayata ve kainata ibretle bakan, elbette çok büyük dersler alacak. Zira Cenab-ı Hakk: “Fa’tebiru yâ ulü’l-elbab” (Haşir, 2) buyruluyor.
İnsanım diyen herkesin şu soruların cevabını vermesi gerektir. “Necisin?”, “Nereden geliyorsun?”, “Nereye gidiyorsun?”, “Bu dünyada işin nedir ve reisin kimdir?” gibi... Bu en hayatî ve temel soruların cevapları ancak Kur’ân’ın ve Hadis’in rehberliğinde verilebilir ve belki de, nefs’ül emre muttali olunabilir.
“İbadette bedenin kıblesi Kâbe, tefekkürde ise ruhun kıblesi azamet-i ilâhî’dir.” Hz. Ali (ra): “İlimsiz ibadetin ve tefekkürsüz kıraatin (Kur’ân-ı Kerim okumanın) feyzi az olur” demiştir. Böyle bir tefekkür; duruşları derinleştirerek, ibadetleri kolaylaştırıp huşuyu ve şuuru artırır.
Dinin yaşanmasında itikadın tam olması önemlidir ve kalbî kıvamla ibadetler lezzet verir. Bişr b. Haris el-Hafî: “İnsanlar Allah (cc)’nun azameti hakkında tefekkür etseler, ona isyan edemezler.” der.
Yüce Rabbimiz de Kur’ânî tefekküre dikkat çekerek: “Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik muhakkak ki, o dağı Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün.” (El-Haşr, 21)
Kur’ânî tefekkürden mahrum olanlar hakkında ise: “Onlar Kur’ân’ı tefekkür etmiyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24) ayeti malumdur.
Gece ibadetinden, mübarek ayakları şişen Efendimize (asm): “Geçmiş gelecek günahların affolunduğu halde neden bu kadar kendine eziyet ediyorsun?” sorusuna karşı; “Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuşlardır.
“Onlar ayakta dururlarken, otururlarken, yanları üzere yatarlarken (yani her an) Allah’ı zikrederler. Gökler ve yer için de, ‘Rabbim! Sen bunları boşuna yaratmadın; seni tesbih ederiz, bizi cehennem azabından koru!’ derler.” (Âl-i İmran, 190-191)
İşte bu ayet-i kerimelerin indirildiği gece Efendimiz şebnemleri imrendirecek gözyaşlarıyla ağlamıştır. “Rabbim bana; sükutumun tefekkür olmasını emretti –ben de size tavsiye ediyorum–.” (Deylemî, 11,56; Heysemî 1,81)
“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Ali el Muttakî, XV1, 121)
Hidayetli, istikametli ve feyizli tefekkürlerde buluşmak niyazıyla…