"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bilinenlerden bilinmeyenlere yolculuk

Sinan Özden
09 Haziran 2019, Pazar 00:07
“Bilinenleri yaz; bilinmeyenleri bul!” Hayatımız karmaşık bir denkleme benzer.

İçinde birçok fonksiyonun yer aldığı, birçok bilinmeyenin olduğu aynı zamanda da dikkat edilirse, bilinenlerin de mevcut olduğu muazzam bir denklem yapısına sahip. Bu denklemi kim yazdı? Bu denklemi kim yaşıyor? Bu denklemdeki parametreleri kim değiştirebiliyor? Evet, kafamızda binlerce deli sorular, cevaplanması gereken binlerce bilinmeyenler, muammalar... 

İmtihan dünyasında yaşıyoruz. Herkesin sınav kâğıdı farklı. Soru(n) stilleri, zorluk dereceleri ve sınav süreleri de farklıdır. Aynı zamanda her insanın hususî imtihanında verilen soru(n) sayısı ve süreleri de âdildir. Çünkü sınavı hazırlayan ve bizi bu sınava tâbi tutan Zât (Allah cc), Âdil-i Mutlak’tır. Asla zulmetmez. Zatı, zulmü reddeder ve asla da sevmez. Soru(n)ların zorluk derecesine ve imtihanı bitirme seviyelerine göre; herkesin sınav süresi bir ölçü ve hikmete göre tayin edilmiştir. İtiraz hakkımız yoktur. Çünkü bizi bizden daha çok düşünen ve bize sınav süresini yeterli gören Zât (Allah), bozulmamış olan fıtratımıza göre, süre tâyini yapmıştır. Kimin hâddi var ki, bu süreyi az görsün ve âdil görmesin?

Meseleye bir de bilimsel yönden bakarak daha da açmaya çalışalım. Matematiksel denklemlerde; bilinen ve bilinmeyenler diye iki parametre sistemi vardır. Denklem; sabit sayı (1,2,3...), değişken sayı (x,y,z,a,b...) ve matematiksel fonksiyonlardan oluşan bir sistemdir. Hayatımızı da bir denkleme benzetebiliriz. Hayatımızın sabit sayısı; bize verilen nefes sayısıdır yani ömür sermayesidir. Değişken sayısı; tercihlerimizdir. Allah, kullarına tercihlerini rahatça yapacakları bir hürriyet vermiştir. “İnsanın ruhunda yerleştirilen üç mühim kuvve (duygu); kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye.” (İşart-ül İ’caz/23) Allah, bu üç kuvveye (duyguya) fıtraten bir sınırlama getirmemiştir. Lâkin bu duyguların normalinin altında(tefrit) veya normalin üstünde (ifrat) değil de normalde (vasat) kalabilmesi için şeriat (din) noktasında bir sınırlama koymuştur. Allah (cc), hem Rahim hem de Kerim olduğu için kullarına zarar verecek her şeyden onları sakındırıyor ve uyarıyor. O yüzden bu sınırı çiziyor ki kul haddi aşmasın. “Hürrriyet; adalet kanununda ve te’dipte, başka hiç kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunu meşrû’ olarak korunması, herkesin meşrû’ hareketlerinde tam serbest olması” (Münâzarât) Demek ki bize verilen hürriyet, gayrın hukukuna tecavüz etmeden meşrû’ dairede şahane hür olabilmemizdir. İşte hayat denkleminin değişken sayısı olan tercihlerimiz, bu noktada serbest bırakılmıştır. Hayatın fonksiyonları ise; yaşadığımız olayların bize geliş şekilleridir. Kimine zor fonksiyonlu bir denkleme rast gelir, insan o denklem (olay) karşısında ne yapacağını bilemez ve tökezler. Kimi de o zor fonksiyonlu denklemi kimin yazdığını bilir ve emirlerini tanır. Her şeyin dizginlerinin O’nun elinde olduğunu bilir ve o denklemi sabır ve şükür yöntemiyle çözer. “De ki: Sizi yaratan ve sizler için kulaklar, gözler ve kalbler var eden O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz.” (Mülk Sûresi/23) Evet bizler çok az şükrediyoruz. 

Cenâb-ı Hâk, sonsuz bilinmeyenli bu kâinat denkleminde bizlere râhmet edip bilinenlerin etkenliğini (aktif rol) fark edebilmemiz için bize birçok fırsat tanımıştır. Bizler ise; akıl, kalp ve ruhun birleşiminden oluşan ortak bir zekâyla bu bilinenlerin farkına varıp Kudret-i Sâmedâniyenin inayet ve nusretiyle bilinmeyenleri tek tek çözmeye ömür sermâyemiz başka bir deyişle sınav süremiz yettiğince çözmeye çalışacağız. Bilinen ve bilinmeyenlerden bahsetmiştik. Şimdi kâinat denkleminin bilinmeyen sırlarını keşfetmek için bize Cenâb-ı Hâk tarafından verilen anahtardan söz edelim. Bu anahtar, kâinattaki bilinmezliği ve sırlarını çözmekte bize bir pusula, fener ve dürbün vazifesini yapmaktadır. Nedir peki bu denklemi çözen anahtar? Nedir bu denklemin çözüm kümesi? Evet, bu denklemin, bilinmezliğin ve muammanın anahtarı, dürbünü, pusulası ve feneri enedir. Yani bir vâhid-i kıyâsi yapmamız için bize verilen bir bilinen parametredir. Biz bu bilinen parametre ile kâinatta yerleştirilen denklemlerdeki bilinmeyenleri bulmaya çalışacağız.

“Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar.” (Sözler / 535). Görüldüğü gibi elimizdeki ene (bilinen), bu kâinat sarayının bilinmeyenlerini bir bir keşfetmemiz için bize verilmiş bir nimettir. Lâkin onun vazifesi haricinde istimal etmemeliyiz. Mâhiyetini kavradıktan sonra müsbete tevcih etmeliyiz. Bediüzzaman Said Nursî (ra), enenin mahiyetinin tam anlaşılması için Risale-i Nur’da çok güzel soru-cevap faslına yer vermiştir.

“SUAL: Niçin Cenab-ı Hakk’ın sıfât ve esmasının marifeti, enaniyete bağlıdır?

ELCEVAB: Çünki mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ: Zulmetsiz daimî bir ziya, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakikî veya vehmî bir karanlık ile bir had çekilse, o vakit bilinir. İşte Cenab-ı Hakk’ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esması; muhit, hududsuz, şeriksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had çizer. Onun ile muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz’eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra onundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ: Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlıkının rububiyetini anlar ve zahir mâlikiyetiyle, Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve “Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.” der ve cüz’î ilmiyle onun ilmini fehmeder ve kesbî sanatçığıyla o Sâni-i Zülcelâlin ibda-ı sanatını anlar. Meselâ: “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş.” der. Ve hâkeza... Bütün sıfât ve şuunat-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, enede münderiçtir. (Sözler / 536). Cenâb-ı Hâkk’ın esmâsının bu kâinatta sonsuz yansımaları mevcuttur. Bunlar üzerine tenteneli bir perde (denklem), çekilmiştir. Tâ ki imtihânın sırrı bozulmasın, insanların akıl, kalp, ruh ve sâir duyguları inkişaf (gelişme) edip inbisat(genişleme) etsin. 

Hâsıl-ı kelâm: Allah (cc) Hazretleri bizleri bir imtihân için bu dünya denilen diyâra gönderdi. “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Bu dünyadaki vazifen nedir?” sorularına cevap bulmak için gönderildik. Bu bilinmeyenleri keşfedebilmemiz için Rabbimizi İbrâhimvâri (as) bulmamız, O’nu tanımamız, sevmemiz ve itaat ederek kulluk yapmak için gönderildik. Başlı başına bir denklem olan şu kâinat sarayında bize bilinenler (pusula, fener, dürbün …) gerekiyor. Bizler o bilinenleri fark ederek bilinmeyenlere doğru yolculuk yapmalı ve o denklemi en güzel şekilde çözerek, çözüm kümesini oluşturmalıyız. Cenab-ı Hak yar ve yardımcımız olsun. Selâmetle kalın.

Okunma Sayısı: 2250
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı