"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsaniyet ve İslâmiyet

Sinan Özden
20 Mayıs 2020, Çarşamba
İnsan, kâinat ve içindeki her şeyle alış verişi olan medenî bir varlıktır.

Küçük daireden tutun da büyük daireye kadar her dairede farklı fonksiyonları vardır. Kâinat ve içindekilerle bu kadar küllî ilişkisi olan insan, mühim bir hizmet için bu dünya meydanına gönderilmiştir. Bu minvalde düşündüğümüzde, insanın en büyük iki özelliği olan İnsaniyet ve İslâmiyet yönü karşımıza çıkıyor. İnsanın bu iki yönünü ele alarak yazımıza başlayalım.

İnsan demiştik. Evet insan; kâinatın küçültülmüş hâli, Esmâ-i Hüsna’nın en çok tecelli ettiği varlık, envâi duygu ve lâtifelerle süslendirilmiş bir sanat, yaratılan her şeyin kendisine musahhar edildiği eşref-i mahlûkât, hâlife-i arz, arzuları ebede uzanan doyumsuz bir kul ve hâkeza...

İnsan, çok değerlidir. Fakat insan önce insan olduğu için Cenâb-ı Hakk’ın katında ve yaratılan her şeyin yanında kıymet kazanır.

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” 1 âyet-i celile bize insanoğlunun yaratılışı itibariyle ve insan olarak yaratılmış olması hasebiyle fıtrâten bir değer kazandığını gösteriyor. İnsan, en güzel fıtrât (İslâm) üzere doğar. Fakat yaptıkları ile kıymetinin ölçüsünü kendisi belirler. Yani cüz-î ihtiyârî ile kendisine verilen hür irâdenin kullanımı ölçüsünde kendisine değer biçilir. Rabbinin razı olduğu amelleri yaparsa meleklerden daha üstün bir mertebe olan Âlâ-i İliyyine çıkar; nefis ve şeytanın hoşnut olacağı ameller yaparsa da hayvandan daha aşağı bir derece olan, esfel-i sâfiline iner. İşte, insan nihayetsiz terakkiyat ve tedenniyat arasında gel-git yapan bir yolcu gibidir. Tercihlerinden sorumludur. Nitekim insan ister, Allah’ü Teâlâ imtihân gereği yaratır. Burada bilinmesi gereken bir hususu hatırlatmakta fayda var! “Cüz-î irâde, küllî irâdeye bağlıdır. Yani küllî irâde istemedikçe cüz-î irâdenin bir hükmü yoktur. Nitekim Cenâb-ı Hâk dilemedikçe; insan dileyemez.

İnsâniyet; insanlık, insana yakışır bir hâl, insana insan dedirten mümtaz özellik gibi anlamları ihtiva eder.

İslâmiyet; İslâmlık, İslâm oluş, İnsâniyet-i Kübrâ. Teslimiyet ve inkıyad ve bağlılık ve hakka tarafgirlik ve iltizamdır.

Evet, insanların iyisi olduğu gibi kötüsü de vardır. Câni insanlar olduğu gibi masum insanlar da vardır. İnsanların câni / menfî huyları olduğu gibi ve masum / müsbet huyları da vardır. Bizler insanların her zaman masum / müsbet taraflarını almaya çalışalım. Böylelikle daha isabetli hareket etmiş oluruz. İnsanları dışlayarak tümden kötülemek hem mantıklı değildir hem de doğru değildir. İnsan herkesi sevmediği gibi bir insanın bütün huylarını da sevmeyebilir. Bu gâyet fıtrî bir durumdur. Fakat insanlara karşı ötekileştirici, itici, kırıcı ve çirkin tavır ve tutumları sergilememelidir. Bu tarz tavır ve tutumlardan kaçınarak müsbet hareketi esas almak; bu zamanda lâzım ve elzemdir.

Evet, öncelikle bir insana insaniyeti noktasında bakmak gerekir. Vay bu insan, Müslüman değil, vay bu insan benim mez- hebimden, mesleğimden, meşrebimden değil diyerek insafsızca tenkit edip onu yok saymak gibi hiç ahlâkî olmayan, tefrikâvâri bir tutum sergilemek, insan olan insana asla yakışmaz. Evet, insanların dini, dili, rengi, ırkı, coğrafyası farklı olabilir. Bu farklılıklar gayrını yok saymayı gerektirmez. İtilâf çıkararak, bölerek, yıkarak, keserek hareket etmek, insanın insaniyetini yok etmek demektir. İnsaniyetten yoksun olan bir insan ancak başka insanları ayrıştırır, ötekileştirerek yok sayar. İslâmiyet, bize insanları ötekileştirin, insanlara düşman olun demiyor. Zâlim olan, masum ve mazlumlara zulmeden, insaniyetten yoksun olan câni insanlara karşı olmamızı, onlara taraftar olmaktan kaçınmamızı, zulümlerine sessiz kalmaktan bizi men ediyor.

Din, dil, ırk, renk ayırt etmeksizin zalimin ve masumun kimliği yoktur. Zalim, nerede olursa olsun zâlimdir. Masum da nerede olursa olsun masumdur. İnsanın masumiyeti ve zâlimiyetinin ilk terazisi insaniyetidir. Ardından İslâmiyetidir. İnsâniyet, vicdân ile İslâmiyet denilen İnsâniyet-i Kübrâ mertebesine yükselir.

Elhâsıl: İnsanları yargılarken adalet terazisi olan vicdanı esas almak gerekir. Vicdanı tefessüh etmemiş her bir insan, insanları yargılarken adaleti gözetir. Din, dil, ırk, renk ayrımı yapmaksızın her insana önce insan olması hasebiyle bir değer vermesi, Cenâb-ı Hakk’ın bir sanatı ciheti ile bakması gerekir. İnsan, cüz-î irâdesiyle ve Cenab-ı Hakk’ın nasib etmesiyle kalbine ilkâ edilen Nur’u kalbinde hissederse (Sâf-ı Taftazani); işte o zaman insâniyet-i kübrâ mertebesine yükselir ve İslâmiyet’le müşerref olur. İşte bu insan, insaniyeti ve İslâmiyeti itibarıyla sevilir ve inşaallah kendisiyle istikamet üzere dost olunur.

Risale-i Nur’da geçen şu vecize ile yazıya hatime veriyorum.

“İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar” 2

Cenâb-ı Hâk, hayırlı işlerimizde ve hizmetlerimizde; suhûlet ve muvaffâkiyetler ihsân eylesin, inşaallah. Selâm ve duâ ile.

Dipnotlar

1- Tin Sûresi - 4. Âyet.

2- Münâzarât.

Okunma Sayısı: 1565
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı