"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Akl eden kalp mi, akıl ve kalp mi? (1)

Songül Arslan
24 Nisan 2019, Çarşamba
Ne güzeldir şu kavramlar.

Genellikle bir iki kelimeden oluşurlar, fakat sayfalar dolusu anlam ihtiva ederler. Hele bir de ilgilendiğimiz kavram, Kur’ân’dan olursa anlam daha da genişler, derinleşir.

Bir süredir Kur’ân’da geçen ‘akl eden kalp’ kavramı üzerine düşünüyordum ve araştırmaya karar verdim.

Bu konuda ilahiyatçıların yorumlarına baktığımda bir kısmı: ”Kalpten maksat kan pompalayan, organ değil hissetmesidir. Beynin, bazı bölümlerine dokunulduğunda hisler oluştuğuna göre kalp beyindedir.” Diğer bir kısmı, “Akıl kalptedir. Bundan dolayı Kur’ân’da akl eden kavram olarak geçmiştir” demişler. İbn Hacer el-Askalanî’nin de içinde yer aldığı bir kısım âlimlere göre de, akıl kalptedir. Yani kalp manevî bir mekanizma olup aklı da içine almaktadır. 

Bu konuyla ilgili olan âyet ise şu şekilde Kur’ân’da geçiyor: “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. 

Gerçek şudur ki: Gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 46)

Felsefenin Aklı

İnsanın, en önemli iki lâtifesi olan akıl ve kalp eski çağlardan beri dikkatleri üzerine toplamıştır. Aklı, ön plana alan Platon, Sokrat ve Aristo milâttan önce 300. yıllarda yaşamış filozoflardır. Aralarında öğretmen, öğrenci ilişkisi bulunan bu üç filozof, akılcılık denilen, rasyonalizmin kurucuları sayılırlar. Aristo, zamanında akılcılığın daha çok önem kazanmasıyla, insanlar; ”Artık bizim peygamberlere ihtiyacımız kalmadı” demeye başlamışlardır.

Aristo, Sokrates’in diyalektiğini kullanarak akıl yürütmeyi disiplin halinde kurmayı başarmıştır. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda, Aristo’dan etkilenen bazı İslâm âlimleri de aklı ön plana almışlardır. Ariston’un, metafizik ve tabiat anlayışı bilindiği için, Kur’ân-ı Kerîm’i, bu mantığa göre anlatma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Farabi, İbni Rüşd, İbni Sina, Razi gibi düşünürler tarafından da bu ihtiyaç hissedildiği için Kur’ân-ı Kerîm’i, Aristo’nun kullandığı, akıl yürütme yöntemleri ile açıklamaları gerektiğini düşünerek araştırmaya başlamışlardır. Böylece kelâm ilmi ve İslâm felsefesi ortaya çıkmıştır.

Bu etkileşim içerisinde İslâm âlimleri, zaman zaman sınırları aşmışlar daha sonra gelen, İmamı Gazali, Aristo’nun hatalı yorumlarını düzeltip, hem felsefe hem de batınî akımlar yoluyla gelen düşüncelere karşı İslâm düşüncesi için sınır çizgilerini netleştirmiştir. Tehafütü’l Felasife kitabında, özellikle Farabi ve İbni Sina’yı eleştirmiştir.

Aristo’nun, akıl yürütme yönteminin uygulamaları, Ortaçağ’da, rasyonalizm, ampirizm, pozitivizm akımlarına dönüşür. Günümüzde ise, artan akımlarla beraber, sorunlar da çoğalmıştır. Sadece akıl ile dolaylı olarak bilim ile hayatın her alanını kontrol etmenin mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Tabiatın ve insanın aklî temsillere indirgenmesi demek olan modernlikle zirveye ulaşan aklı kutsama saplantısı, Batı dünyasını, anlamdan yoksun bırakmıştır.

Çünkü akıl kendisini yörünge olarak tayin eder, insanın kalbini durdurur, yörüngesini yitirmesine sebep olur. Bu da 20. yüzyılda yaşanan büyük, ürpertici savaşlarda gözlendiği gibi insanı sadece felâketlerin eşiğine sürükler. Bediüzzaman da aynı noktaya dikkat çeker.

“Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” (Şuâlar, 588)

Bu akımın günümüzdeki temsilcileri, müsteşrik ve oryantalistlerin de etkisiyle Kur’ân’ı ve hadisleri yorumlarken akıllarını baz alıyorlar. Akla ve bilime uygun olmayan hadisleri ve âyetleri ya tevil ediyorlar veya inkâr ediyorlar. 

Bediüzzaman bu konuda şöyle der: “Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil (Kur’ân, hadis) taârruz (çatışma) ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.” (Muhakemat, 12)

İnsanlar adedince akıllar olduğuna göre hangi akıl ölçü alınacak? Bediüzzaman’ın kastettiği akıl; tefsir, hadis, usûlü fıkıh, usûlü hadis bilenlerin aklıdır. Değişken olan bilim ve aklını ölçü olarak alanlar, bir süre sonra kendilerini yalanlamış olacaklardır. Nitekim, Ortaçağ’da yazılan, bazı Kur’ân tefsirleri o zamanki bilim, dünyayı düz olarak kabul ettiği için bu şekilde telif edilmişti.

Felsefenin Kalbi ve Gazali

Felsefe, sadece akılla gitmez. Günümüzde çok çeşitli akımlara ayrılan felsefenin, sezgicilik denilen kalp ile alâkalı kısmı da vardır. 19. Yüzyıla gelindiğinde, bazı felsefeciler sırf akılla hakikatin bulunamayacağını, bunun yanında sezginin de (akıl yoluyla kavranamayacak bilgilerin derin düşünme/ tefekkür yoluyla kavranışı) gerektiğini vurgulamışlardır.

Sezgicilik (Entüisyonizm), felsefi bir kavram olarak sezgiye akıl, zihin ve soyut düşünme karşısında hem öncelik, hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır. Bazı felsefeciler, hakikatin (kesin bilgi) akıl ve sezginin birleşmesinden ortaya çıkacağı konusunda, fikir birliğine varmışlardır. Bu filozoflara göre; akıl ile öğrenilen şeyler deneyseldir, hakikat değildir. Sezgi ile birleşince hakikat ortaya çıkar.

Okunma Sayısı: 3830
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    24.4.2019 11:59:20

    " Aklın nuru kalpten gider" der üstad.Aklı nurlandıran kalpteki nurdur.Bu nur yoksa o akıl zulümlü/ karanlıklıdır.Nursuz akıl yarım akıl.

  • SeRTaÇ

    24.4.2019 09:07:36

    Tebrik ediyorum.ALLAH razı olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı