"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Akl eden kalp mi, akıl ve kalp mi? (3)

Songül Arslan
27 Nisan 2019, Cumartesi
“Evet şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir.

Evet insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitabla gösteriyorlar.” (Mektubat, 443)

Üstad, Risale-i Nur Külliyatı’nın, pek çok yerinde insanın, kâinatın küçültülmüş bir hali olduğunu anlatır. İnsan, küçük bir kâinat olarak kabul edildiğinde kalp, pek çok âlemlere denk geliyor. Akıl bu âlemlerin yönetim merkezi oluyor. Akla gelen ilim, kalbe gönderiliyor. Kalp, kendisine gelenlere manalar veriyor.

Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı’nın pek çok yerinde, ayrı ayrı olarak akıl ve kalbe çok değerler yüklese de, onun asıl amacı akıl ve kalp birlikteliğini kurmaktır. Akıl ve kalp arasında sürekli bir alış veriş olduğunu anlatır.

“Kalb zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl bervech-i mutad (alışkın olduğu) bürhan (delil) şeklinde bir temsil ile ibraz ediyor.” (Mesnevî-i Nuriye, 241)

“Takib ettiğim yol, akıl ile kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur.” (Mesnevî-i Nuriye, 75)

Nur-u fikir, ziya-yı kalble ışıklanıp mezc olmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır.

Bana göre, akıl ve kalp birlikteliğinden hasıl olan neticeyi en iyi anlatan cümleyi Bediüzzaman, şöyle ifade etmektedir: “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder.” (Münâzarât)

Yunus Sûresi 5. âyetinde yer alan: “Odur ki, güneşi bir ziya, kameri bir nur yaptı...” âyetinden yola çıkarsak; ziya, doğrudan kaynaktan gelen ışıktır. Nur ise kaynaktan gelen ışığın bir başka şey üzerinden bize yansımasıdır. Bir anlamda nur, ziyanın gölgesidir. Aslolan ziyadır. Nur ise ziya gibi doğrudan ışık değildir. Bu durumda kalp ziya, akıl nur oluyor. Fikrin ortaya çıkmasında kalp daha çok önem taşıyor. Ziya ve nur kavramını düşünürsek; dinî ilimlerin, aydınlattığı vicdan (kalbin bir birimidir) ile fennî ilimler yorumladığın da, bir nur yani hakikat ortaya çıkar.

Bu makalenin yazılmasına sebep olan âyete geri dönersek, devamında şöyle deniliyordu: “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, burada olanları akl edecek kalpleri, işitecek kulakları olsun.” Bu cümle, âyetin öncesi ile alâkalı olarak değerlendirildiğinde, Allah, kavminin kendisini yalanlamasından dolayı, Peygamber Efendimizi (asm) teselli ederek: “Seni yalanlıyorlarsa bil ki; onlardan önce Nuh kavmi, Ad ve Semud da yalanlanmıştır.” (Hac, 42) Devamında, “Nice kasabaları zulüm ederken helâk ettik. Şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmaktadır, kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.” (Hac, 45) diyerek, sonra gelen nesillerin bundan ibret almasını istemiştir. İşte, akl eden kalbin, tam da burada devreye girmesi gerekir. Çünkü ilim, daha çok gözden içeri girer.

“Göz bir hâssedir ki, (duyu organı) ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Allah’ın hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.” (Sözler, 27)

Bu şekilde, gözde oluşan tefekkür akıla gönderilir. Tefekkür, akıl da ilime dönüşür. Buradan kalbe giden ilim, anlam kazanır. Kalp, onu kendisiyle ilgili birimlere gönderir. Böylece o ilim imana dönüşür.

“İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkeza.. letaif, kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.” (Sözler,  764)

Yazımızın konusu olan, âyetin devamı şu şekilde gelir: “Ne var ki yalnız gözler kör olmaz göğüslerde olan kalpler de körelir.” bilindiği gibi, kalp gözünden kasıt basirettir. Bu doğrultuda şöyle diyebiliriz: Yeryüzüne, akleden kalp ile bakan ibret alır, eğer kalbin basiret gözü açıksa, imanının mertebesi yükselir. —SON—

Okunma Sayısı: 3334
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    27.4.2019 22:06:09

    Tebrikler teşekkürler güzel bir derleme.

  • Ramazan ÇALIŞAN

    27.4.2019 09:58:24

    Songül hanım "Akl eden kalp mi, akıl ve kalp mi?" Yazı dizesini altını çizerek okudum.İnsan camii bir varlık olduğu için kendisine verilen latifeleri nasıl kullanacağını bilmesi önemli bir husus. Doğru kullanıldığında insanı alay-ı illiyine yanlış kullanıldığında ise insanı esfel-i safiline götürür. Bedüizzaman Hz. bu konuda: "Ey insan kendini oku, yoksa camid ve şuursuz olma ihtimali var." İkazını yapması da bundandır. Yazınızdan istifade ettik. Teşekkür ediyoruz ve bu tür yazılarınızın devamını bekliyoruz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı