Kemalizm’den bahsettiğimizde, ister istemez, kendimizi, 1906 Selanik’inde, bazı subaylarımızın teşkil ettirdikleri Hür Subaylar cemiyetinde buluruz.
Sonra Üçüncü Ordu’nun İstanbul’u işgali ve Birinci Dünya Savaşı mağlubiyetimizdeki İngiliz saflarındaki mezkûr subayların 1918 Kasım’ında sahneye çıkarılışları… Kemalizm’i, şahıs ve olaylar üzerinden değil de, daha ziyade, ilgili paradigmaları takip ederek tahlil etmemiz sağlıklı olacaktır. Konumuz Kemalizm olduğunda, onda şeffaflığın ve dobralığın geçerli olduğu gibi bir şeyi unutacağız. Daima nifak, daima toplumun derinlerine karışarak icraat olunca, istismarı hedefledikleri her sosyal yapıya kendi elemanlarını yerleştireceklerdi. Emperyalistlerin veya Türkiye düşmanlarının “Kürt Problemi” olarak propaganda ettiği şeyin, yalnızca “Marksist Kürtçülük” olduğunu peşinen belirtelim.
Irkçılığın, materyalizmin, Alman düşmanlığının, sefahetin, dinde lâubaliliğin, hakka bedel kuvvetin ve Şark’tan ziyade Batı hayranlığının dünya görüşü olarak öne çıktığı bu çizginin; Cumhuriyet’ten çok önce de Kürtleri istismar ettiğini. Yalnızca Kürtlere yapılan zulüm değil, bölgedeki Ermenilere yapılan mezalim ve tehcir de, sonradan devreye girecek Rum düşmanlığı da, ırkçılığı kullanan materyalist hareketin icraatlarındandı. Meselenin anatomisinin teşrihinde, Selanikli Sabetaistlerin, bazı Hıristiyan kökenli emperyalistlerle, Osmanlı mirası üzerindeki kavgasına şahit olursunuz. İttihatçılardaki Ermeni düşmanlığı ile Kürt düşmanlığının paralelliğini 1913 Bitlis İsyanı’nda ve Ermeni Tehciri olaylarında hissedebiliyoruz. Ermenilerin gidişiyle onların yerini Rumlar alacaktı. İzmir’deki Rum mahallelerinin ateşe verilmesini ve Balkanlardaki dönmelerle Rumların mübadelesini de bu çerçevede tahlil gerekiyor.
Kemalistlerin Kürtlere düşmanlığı, İttihatçılarla açığa çıkmıştı. Araştırmacılar iki sebep üzerinde duruyorlar.
Kürtler, Said Nursî’yi ve diğer Doğulu âlimleri dinlemişlerdi. “Farklı devlet” tezine yanaşmadıkları gibi, M. Kemal ve arkadaşlarının, dinî hayatı dışlayan devrimlerini de asla kabul etmemişlerdi. Coğrafyaları, o günlerin sosyal hayatı, Kürtlerin sahip oldukları medreseler ve gelenekleri, M. Kemal’in inkılâplarını şehir merkezlerine hapsetmişti.
Diğer husus ise, Kürtlerle Türklerin aynı milliyet paydasındaki (İslâm milliyeti) beraberliğiydi. Kürtlerin açık yüreklilikleri, samimiyetleri, kimliklerini korkusuzca ifade ve merdane itirazları gibi sıfatları, münâfık müstebit Kemalistleri Kürtlere düşman etmişti. Kürtlerin hürriyete ve demokrasiye yatkınlıklarını o günden bugüne bilen Kemalistlerin, Şeyh Said-i Piranî hadisesiyle başlattıkları tahrikleri ve Kürtler üzerindeki fitneleri, Atatürkçülük adına yapılan 12 Eylül ile yüz bine yakın millet evlâdını yakacak yangına dönüştü.
Kemalizm’in ırkçılığı dinin yerine ikamesinin sebebi de Kürtler değil miydi? 12 Eylül’ün başında, Kürtçe konuşulan bölgelerimizin dağlarına ırkçılık sloganlarını yazan ve hatta Gaziantep’ten Habur’a yol güzergâhlarına devletin parasıyla M. Kemal’in Türkçülük sloganlarını taşlaştıranlar, Marksist Kürtlerle Kemalistlerin bölgedeki plânlarını iyi biliyorlardı. Avrupa’daki Marksist küreselcilerle, binlerce planı ve projeyi bölgede icra edenlerin hedefi, Kürtleri Türk halkıyla ve Türkiye devletiyle karşı karşıya getirmekti.
PKK örgütünün felsefesiyle devrimci Marksist Kemalistlerin felsefeleri örtüştüğünden; başta Öcalan ve arkadaşları olmak üzere, Marksist partinin yönetici kadrosu her şeyden önce Kemalist’tirler. Tıpkı Kemalistler gibi; dinden, semavî ahlâktan, demokrasiden, insanî değerlerden, tarihten ve Hıristiyanlıktan, demokrasiden, barıştan, düzen ve fıtrattan nefret ederler. Aile, sosyal devlet, adalet, iffet, gelenek, hukukun üstünlüğü, fazilet ve samimiyet gibi şeylere; safsata nazarıyla bakarlar.
Kemalizm’i istimal ile Kürtçülük fitnesini Marksizm felsefesiyle alevlendiren 12 Eylül’cüler, “Kürtlük Meselesini” Avrupa “Yeşilleri”ne İngiltere üzerinden havale ettiler. Sonra da Neoconları (ihtilâlci Marksistleri) Özal’ın arzusuyla devreye sokarak, Kürtlerin yaşadığı bölgeyi âdeta işgal ettiler. Avrupa’nın isyan ettiği iltica göçünü 1990’larda Türkiye’ye yaşattılar. Köylerini yakarak, tacizle ve bazen rüşvetlerle Doğu’yu; Akdeniz’e ve Batı’ya tehcir ettirdiler, 12 Eylül’cüler. Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin büyük şehirlerini önce Kürtlerle (Kuzey Irak ve Suriye Kürtleri dahil) ve sonra Arap göçüyle kaosa yuvarladılar.
Geçen yazımızda, demokrasinin öncelikli olduğunu yazmıştık. Bugün ikinci bir öncelik daha belirtelim: Türkiye’nin acilen Kemalizm safsatasından kurtulması... Ülkemizi hem içeride ve hem de dışarıda sıkıştıran bütün problemlerin anası Kemalizm’dir. Fukaralığımızın, iç çatışmalarımızın, komşularımızla olan kavgalarımızın, ülkeyi terk eden gençliğimizin ve bozulan ahlâkımızın en büyük sebebi Kemalizm’dir.