Aydın Bey: “Meşrûtiyetin meşrûa olması için şart nedir veya Meşrûtiyet ile Meşrûtiyet-i meşrûa arasındaki fark nedir?”
Devlet Reisi Eleştirilmez Değildir
Tarih boyunca insanların düştükleri en vahim hata, imparatorluk, krallık, hükümdarlık, padişahlık ve devlet reisi gibi makamlara kutsiyet izafe etmeleri ve bu makama gelenleri -onlar kendilerini ilah ilân etmese de-, neredeyse ilah saymalarıdır. Bu algı Nemrut’ta, Firavun’da çok net biçimde kendisini göstermiş; diğerlerinde bu denli olmasa da, hemen hepsi de şöyle ya da böyle, insanüstü/yarı ilah/eleştirilmez bir algıya büründürülmüştür.
Emevî, Abbasî ve Selçuklu Hükümdarları ve Osmanlı Padişahları her ne kadar –genellikle- Allah’a hesap verecekleri inancıyla adaletten şaşmamaya çalışmışlarsa da, kafalardaki irsî algının onları da eleştiriden uzak ve el pençe divan isteyen bir noktaya çektiğini görüyoruz.
Bu sistemde yasama, yürütme ve adalet kurumu, yani kanun yapma, uygulama ve adaletle hükmetme işi, doğrudan hükümdarın elindedir ve yetkisindedir. Hükümdarın görev ve yetkileri sınırsızdır. Bu yetki babadan oğla geçer.
Şûrâ ve Meclis Allah’ın Emridir
Ne var ki, bu bir yetki gaspıdır. Bu yetki, gücünü dinden almıyor. Cenab-ı Allah’ın Hazret-i Davud’a (as): “Ey Davud, Biz seni ülkede hükümdar yaptık, öyleyse sen de insanlar arasında adaletle hükmet. Keyfine uyma!” 1 diyerek vermediği “keyfine uyma” yetkisini kim kime verebilir?
Kur’ân, Peygambere (asm) bile “işini şûrâ ile yapmayı” 2 emretmiştir. Vahye mazhar iken Peygamber bile şûrâya uyacaksa, diğer insanlara ne oluyor ki, devlet erkini birilerine peşkeş çekiyor, bu erki eline geçiren insanüstü bir yetkiye bürünüyor?
İlk dört halifede bu yetki gaspı yoktur. Hazret-i Ebu Bekir (ra) halife seçildiği gün ilk sözü, “doğru yaparsam bana uyun, yanlış yaparsam beni kılıçlarınızla düzeltin!” olmuştur.
Halife Ömer (ra), mehirle ilgili verdiği bir yanlış talimattan dolayı, Kureyşli bir kadın tarafından azarlanınca, “herkes fıkhı Ömer’den daha iyi bilir” diyerek minbere çıkmış ve talimatını geri almıştır. 3 Yani dört halife döneminde millet yönetime katılmıştır.
Dört halifeden sonra Hazret-i Hüseyin (ra) böyle bir yetki gaspına karşı savaşmış ve başını vermiş, şehit olmuştur. 4
İşte Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” 5 diyerek sena ettiği Cumhuriyet böyle bir sistemdir.
Söz Hakkı Millettedir
Meşrûtiyet’in meselesi, bu yetki gaspının devlet yöneticisinin elinden alınmasıdır. Sonradan bu yönetim biçimine Cumhuriyet denmiştir. Bu günlerde adı, katılımcı demokrasidir.
Meşrû oluşu, hükümlerini kendi heva ve keyfine değil, milletin efkârına dayandırmasıdır. Gücünü kendi karizmasından değil, milletin şûrâsından, yani meclisten alır. Her sözü kanun değildir, hatta hiçbir sözü kanun değildir. Yetkisi sınırlıdır. Devlet yönetiminde diğer insanların da, milletin de söz hakkı vardır.
Bu söz hakkı herkes için kutsaldır, ona Allah tarafından verilmiştir.
Meşrûtiyet-i meşrûada, yani Cumhuriyette, yani katılımcı demokraside yönetici keyfi muamele yapamaz. Kuvvete dayanıp milletin tepesinde cebir uygulayamaz. Görüşlerinin gücü ve etkisi kendisi ile sınırlıdır. Halkının düşünme yetkisini, fikir hürriyetini ve yönetime katılma hakkını yok sayamaz. Muhalefetten ders alır, muhalefeti hainlikle suçlayamaz. Devleti, milleti ile beraber yönetir. Milletine rağmen yönetemez! “Ve emruhum şûrâ beynehüm” 6 âyeti bu hükümleri amirdir. 7 Söz hakkı sadece kendisinde değil, millettedir.
Dipnotlar:
1- Sâd Sûresi: 26. 2- Âl-i İmran Sûresi: 159. 3- İbn Hacer, el-Metalibü’I-aliye, ll, 4-5; eş-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, VI,168; Heysemî, Mecmau`z-Zevâid, Mısır, t.y., IV, 283 vd. 4- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 167. 5- Tarihçe-i Hayat, s. 423. 6- Şûrâ Sûresi: 38. 7- Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 159, 160.