Salih Sütçüoğlu: “Lemalar’da geçen, ‘Mü’min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan manevî bir ömrü vardır ve insanın bu manevî ömrü ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet alır.’ cümlesini açıklar mısınız?”
Dar Zaman Nasıl Genişleniyor?
Bu muhteşem cümleye bir de şu yönden bakalım: Cümle şöyle devam ediyor: “Ve keza, cihat-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde, insanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme inkılâp eder. Bu büyük âlem bir insanın hanesi gibi olur ve mazi ve müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine bir zaman-ı hal hükmünde olur. Aralarında uzaklık kalıyor.” 1 Demek ruh ebediyetin içinden çıkıp gelmiştir. O sebeple sınırlı ve fani âlemden sıkılıyor. Ona ebediyet neşvesi kazandıran ibadetlerden haz alıyor. Namaz yoluyla Rabbiyle konuşmaktan hayat buluyor. Günahlardan, Rabbinden uzak düşürdüğü için hoşlanmıyor.
Ruh bu yönüyle bir iç denetimcimizdir. Ruhun bir lâtifesi olan vicdan, ebediyete zarar veren bir gafletimiz olduğunda eline geçirdiği sopa ile bizi acımadan bu yüzden döver. Ebediyetimizi genişleten bir hareketimizde ise ruh adeta yenilenir.
Bu sebepledir ki Bediüzzaman, söz konusu lâtifemizi neredeyse mürşit ilân ediyor:
“Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve ebedî Zât’tan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti’ olan o sultanına itaat et, kurtul!..” 2
İmanla Bir An Yaşamak
Keza Bediüzzaman, “Hasbünallahü ve ni’me’l-Vekil” 3 âyetinin muhtelif açılımlarını Şuâlar’da ve Lem’alar’da yapıyor. Dördüncü Şuâ’da ve Yirmi Altıncı Lem’a’da bize ebediyetten buket buket miskü amber kokuları getiren Nur satırlarda, bir zerrecik olan şu cismanî vücudumuzun imanla nurlandığında nasıl kâinatı aşan bir hakikate dönüştüğünü şöyle ifade ediyor:
“Bu zerrecik vücudum, her mü’minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücudları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâki, müteaddid vücudları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücud kadar kıymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim.
“Çünki şuur-u iman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud’un eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef’al ve esma-i İlâhiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim. İşte iman ile ve imandaki intisab ile, her mü’min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır; kendi gitse de onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur.” 4
Risale-i Nur’dan Fışkıran Hakikatler
Bu muhteşem ebediyet nesimine Risale-i Nur’dan bir örnek de On Beşinci Mektup’tan verelim:
Dün geceki leyle-i kadri yarın Bayram gecesiyle birlikte hazır zamanda görmek ruh için mümkündür. Çünkü “Ruh zamanla mukayyet değil”dir.
Ve, “Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir, başkalarına nispeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nispeten hazır hükmündedir.” 5
Ruh bu imkânı, imanı sebebiyle elde ettiği inkişaftan alıyor. Ruh imanı kazandıkça inkişaf ediyor. İnkişaf ettikçe akrebiyet-i İlâhiye, yani Allah’ın yakınlığı ona açılıyor. Allah’ın yakınlığı ona açıldıkça ruh, zaman ve mekân ötesine geçiyor, kâinatı aşıyor, kâinattan taşıyor.
İşte böyle bir ruh dünyaya değil, kâinata bile, zamana bile sığmıyor.
Zamanımızda Risale-i Nur’dan fışkıran hakikatler, ruhu dünyadan koparıp, kâinatın ve zamanın ötesine uçuruyor.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 489.
2- Lem’alar, s. 207.
3- Âl-i İmran Sûresi: 173.
4- Lem’alar, s. 387; Şuâlar, s. 85.
5- Mektubat, s. 65.