KABUL EDİLEMEZ
Yeni Asya’nın anonslarından rahatsız olan bir kalem, “Said Nursi’yi; Livaneli, Demirel, Özkök ile mi anacağız?” diye soruyor. “İtibarsız kişileri konuşturarak, Said Nursî’ye itibar kazandırma (!) yanlışını artık bırakmamız lâzım” diye de uyarıyor.
Yazının devamı daha da sıkıntılı.
Böyle bir üslup, doğrusu Müslüman ve münevver bir yazara yakışmadı.
Yeni Asya eleştirilmez değildir. Ama bu üslup, eleştiri üslubu değildir.
Üslup dışlayıcı ve tırmalayıcı bir üsluptur. Başkasına yakışabilir. Ama bir münevver Müslümana yakışmaz. Kendisi de kendisine yakıştırmamalı diye düşünüyoruz. Ama o kendisine yakıştırmış. Ne diyelim?
İnsanı küçümseyemezsiniz
Nezaket yok, saygı yok, sevgi yok, barış dili yok, medenî bir dil yok…
Yazar, Said Nursî’nin talebelerine bu üslupla ayar çekmek istemiş. Bunu yaparken Said Nursî’ye saygısını da eksik etmemiş; eksik olmasın.
Kimilerini itibarsız ilan etmiş. Ve bu zevatın görüşlerinin, “aşağılık kompleksi” ile alındığını keşfedivermiş. Fakat nedense bu zevatın görüşlerine ilişmemiş. Görüşlere değil, kişilere takmış!
Sayın yazar! Bu itici üslubu kabul etmiyoruz. Bu üslup senin olsun, sana iade ediyoruz.
İnsanların itibarı üzerinden bir tartışma açmayı doğru bulmuyoruz.
İnsan, insandır. Yanlış yapabilir, Günahkâr olabilir. Dünya görüşü farklı olabilir. Bütün bunlar onun insanlıktan nasibi olmadığı manasına gelmez. Siz onları küçümsemeyin ki, size insanlıktan nasibinizin olmadığı söylenmesin.
KAVL-İ LEYYİN KİTAPLARDA KALMASIN
Bir Mecusi İbrahim Aleyhisselam’a misafir olmak istedi. İbrahim Aleyhisselam iman ederse onu misafir edeceğini söyledi. Mecusi de, “Sana misafir olmak için dinimi satmam!” dedi ve dönüp gitti. Cenab-ı Hak, “Ya İbrahim! Yetmiş senedir o bana şirk koşar, ama ben onun rızkını kesmem. Sen bir lokmayı esirgedin!” buyurunca Hz. İbrahim (as) Mecusi’ye yetişti ve onu sofrasına aldı. Mecusi bu kadirşinaslık karşısında Müslüman oldu.
Cenab-ı Allah Hz. Musa’ya (as), çok kibirli, azgın ve haddini aşmış olan Firavun’u kavl-i leyyinle imana çağırmasını emretti:1 Oysa kavl-i leyyin ne Firavun’un anladığı, ne de hak ettiği bir üsluptu! Nitekim anlamadı. Fakat mesele tebliğ ve irşad olunca, üslup kaba ve nezaketsiz olamazdı.
Mekke önlerinde Peygamber Efendimiz’e (asm) direnen çetenin önde geleni Safvan bin Ümeyye, Mekke fethedilince Peygamber Efendimiz’den (asm) İslam’ı araştırmak için 2 ay süre istedi. Peygamber Efendimiz (asm) 4 ay süre verdi. Huneyn savaşı çıkınca Peygambe Efendimiz (asm) Safvan’a ücreti mukabilinde kırılan kılıçları tamir etmesi görevini verdi. Savaş bittiğinde müşrikler kaçmışlardı. Peygamber Efendimiz (asm) ganimetleri dağıtırken Safvan göz ucuyla onu izliyordu. Resulullah Efendimiz (asm) Safvan’a da yüz deve verdi. Gözlerine inanamayan Safvan, bu emsalsiz kerem ve cömertlik karşısında, oracıkta, daha birinci ay bitmeden Müslüman oldu.
FAZİLET ODUR Kİ
Said Nursî bir mürşiddir. Tebliğini yaparken insan seçmemiştir. Esasen bir tebliğcinin, bir mürşidin insan seçme ve yargılama lüksü yoktur. Bundan Cenab-ı Hak razı olmaz. Yarın ruz-i mahşerde insanları yargılayacak ve seçecek olan O’dur. Biz bunu yaparsak haddimizi aşarız.
Said Nursî hiçbir kimsenin kendini anmasıyla itibar kazanmaz. Fakat onun hakkında olumlu görüş beyan etmek, oldum olası bir medenî cesaret ve açık yüreklilik işi olmuştur.
Yeni Asya’nın bu görüşleri toplayıp anons etmesinde şaşılacak ne vardır? Mesele hakkın hatırını âli tutmak gibi nezih bir meseledir. Hak senin elinde mahkûm değil ki! Senin itibarsız gördüğün kimselerin görüşleri kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde isabetlidir.
Meşhur sözdür, “Fazilet odur ki, düşmanları da tasdik etmiş olsun.” Yeni Asya’nın elli yıllık onurlu ve asil hizmet hayatı meydandadır. Aşağılık kompleksi Yeni Asya’nın semtine uğramaz. Yeni Asya bu sözü de sahibine iade eder ve ona da dost elini uzatır.
Dipnotlar:
1- Taha Sûresi: 43,44