Üstad Bediüzzaman ne güzel söylemiş: “Bu günün gecesi ve güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.”
Evet, biz nereye gidersek gidelim, ölüm gelecek. Ondan kaçış yok. Peki biz neden ölümden kaçma ihtiyacı duyalım ki? İnançsız kişiler miyiz?
İmanının şartı olan ‘ahirete’ inanmıyor muyuz? Madem ki inanıyoruz, neden ondan kaçmak yerine ona hazırlanmıyoruz?
Peki nasıl hazırlanacağız? Hazırlanmanın bir yolu var mı? Evet var. Tabi ki bunun yolu günümüze Kur’an’dan süzülen bir damla misali gelen Risale-i Nurlardır.
Risale-i Nurlar bize bu dünyada ‘zehirli balları’ gösterecek inşallah. Nedir peki bu zehirli ballar?
Bu dünyada bize kısacık da olsa yalancı zevkler veren haram mal yeme, hırsızlık vs. İşte bunlar, bizleri kandıran zehirli ballar.
Yüzyıllar önce gönderilmiş peygamberleri, evliyaları düşünelim. Onların bize söylediği bu ‘iman davasına’ inanmaz iken, sadece dünyada kendi menfaati için yaşayan bir adamın lafına nasıl da inanıyoruz?
Haşa, bizi Yaratan’dan korkmuyor muyuz? Korkmuyor muyuz cehennem ateşinden?
Tekrardan durup düşünelim, bir anlığına. Gerçekten ölüm var, bunu biliyoruz.
Ama bizi bu ölümden en hayırlı şekilde çıkaracak olan ibadetlerimizi yapıyor muyuz?
Eğer ki yapıyorsanız ne mutlu size. Ama yapmıyorsanız vay halinize.
Ama korkmayın: Allah’ın tövbe kapısı her daim açıktır.
Dipnot:
1- Meyve Risalesi, 2. Meyve, sayfa 13