Hemen her gün ekonomi ve dış politika konuşuluyor, ama esasında Türkiye’nin en öncelikle meselelerinden biri ve belki de birincisi adaleti tam olarak tesis edebilmek olsa gerek. Nedense Türkiye’yi idare edenler hukuk ve adalet meselesini öncelikli mesele olarak görmüyorlar. Ya da sözleriyle gördüklerini ifade etseler de uygulama tam aksi yönde gelişiyor.
Belki bundan daha ürkütücü olan, ‘hak, hukuk ve adalet’ çağrılarının artık bazı kesimleri rahatsız eder olmasıdır. “Türkiye tam adalet ve hukuk devleti olsun” denildiğinde “Bizim hiçbir eksiğimiz yok. Dünya bizi kıskanıyor” tavrı sergileniyor ve böyle olunca da adaletin tecelli etmesine imkân kalmıyor. Hasta olduğunu kabul etmeyip ilâç içmeyenin tedavi olması mümkün olur mu?
Bir dönem “büyük adalet sarayları” yaparak “adil ülke” olunacağı zannedildi. Nitekim dünyanın en büyük adalet sarayı binaları yapıldı ve hizmete girdi. Ne var ki bu binalar hizmete girmesine rağmen adalet ve hukuk sisteminden kaynaklanan şikayetler azalmadı, aksine daha da arttı.
Konu ile ilgili bir habere göre ‘Dünyanın en büyük adalet sarayı’ denilerek 2013’te açılan İstanbul Anadolu Adliyesi artık küçük geliyormuş. Adalet Bakanlığı, adliyenin bodrum katlarına duruşma salonları ile hâkim odaları yapılması için ihale düzenlemiş.
Elbette ihtiyacı karşılayan büyüklükte adalet binaları yapılmalıdır. Fakat meselenin bina olmadığını da görmek icap eder. Aynı şey, sağlık sektörü için de geçerli değil mi? Pek çok ile ‘şehir hastaneleri’ yapıldığı halde sağlık sektöründeki şikâyetler sona erdi mi? Bu demek değil ki hastane binası ya da adliye binaları yapılmasın. Yapılsın, ancak meselenin bina olmadığı görülsün. İyi işleyen bir adalet sistemi olunca, icap ettiğinde ‘kiralık bina’larda da adaleti tecelli ettirebilir. Yeterli sayıda doktor ya da sağlık çalışanı olsa, hastalar ‘çadır’larda dahi teravi edilemez mi? Meselenin eğitilmiş insan, doktor ya da hâkim meselesi olduğunu görmemek Türkiye’nin menfaatine midir?
Maalesef, Türkiye’yi idare edenler “büyük adalet sarayları” ve çok sayıda “şehir hastanesi” yaparak hukuk ve sağlık sistemini çözebileceklerine inandılar. Ya da bunun çare olmadığını bildikleri halde millete böyle yanılttılar. Neticede büyük adalet sarayları oldu, ama bir türlü adalet tecelli etmedi. Aynı şekilde çoğu yerde ‘şehir hastaneleri’ yapıldı, ama muayene için randevu almak bile kolaylaşmadı.
Bakalım yanıltarak iş yapmayı marifet sayıp, adet haline getirenler bunu ne zamana kadar devam ettirebilecekler?