Bundan önceki bir yazımızda, “hakikî dost, sana Allah’ı hatırlatandır” demiştik.
Bu yazımızda da dostun başka bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Dost, dostuna yük olmaz, onu sıkıntıya sokup, zor durumda kalmasına sebebiyet vermez. Dostu zorda kaldığı zaman, onun imdadına koşar, derdini paylaşır, elinden geliyorsa sıkıntısını giderir. Maddi olarak imkânı yoksa, mânen ona destek olur, güç verir. Zaten dostunu yanında gören bir insan, sıkıntılarını unutur, onun varlığından teselli bulur.
Arkadaş, ahbab, yâren, dost gibi mevhumlar, beşerî münâsebetlerin zirve noktalarıdır. İnsan güvenebileceği, sırtını yaslayacağı taş gibi sağlam insanlara ihtihaç duyar. “Arkadaş” tâbiri de buradan gelmekte, arkasında taş gibi duran anlamında olup, zamanla “arkadaş” halini almıştır.
Dostluğun, arkadaşlığın en güzel misalleri, Asr-ı saadette yaşanmıştır. Muhabbetin, samimiyetin, sadakâtin, fedakârlığın, bir birinden fâni olmanın en uç noktaları, Peygamber Efendimiz (asm) ile sahabeleri arasında geçmiştir. Allah Rasulü (asm) ile Hazret-i Ebubekir (ra) arasındaki dostluk, bunun en güzel misâlini teşkil eder. Müşriklerin baskısı tahammül sınırlarını aştığı zaman, Allah’ın izni ile Mekke’den Medineye hicret kararı alan Hazret-i Muhammede (asm), yanına yol arkadaşı olarak Hazret-i Ebubekir’i (ra) alarak yola çıkar. Sevr Mağarasında yaşanan hadise, Tövbe Suresine de konu olur. Sadakâtin mükâfaati olarak Cenab-ı Hak Hazreti Ebubekir’den “mağara arkadaşı” olarak bahseder.
“Ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir’e) ‘Üzülme, Allah bizimledir’ diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah’ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakimdir.” (Tövbe suresi, 9/40) Bu dostluk, Arab ve Türk edebiyatına da girmiş ve “yâr-ı gar” (mağara dostu) ifadesiyle anılmıştır.
Peygamber Efendimizin diğer ashabı ile de aralarında tam bir dostluk vardı. Öyle ki Ashab-ı Kiram, “anam babam sana feda olsun ya Resulullah” diye, en sevdikleri varlıklarını feda etmeye hazır olduklarını ifade ediyorlardı. Resullah da (asm) ashabı ve tüm ümmeti için gece gündüz dua ediyor, Allah’a yalvarıyordu. Âdeta ümmetinin yükünü omzunda taşıyordu.
Âhir zamanda bir Asr-ı Saadet müslümanı olarak yaşayan Bediüzzaman Hazretleri ile talebeleri arasındaki dostluk da, Peygamber Efendimiz (asm) ile ashabı arasındaki dostluğa benziyordu. Davasının ağır yükünü taşırken kendisine yardım eden fedakâr talebeleri için dua ediyor, aynı zamanda onların en az zahmetle hizmette bulunmaları için kendisi daha fazla gayret gösteriyordu. Talebeleri de üstadlarının yükünü almak için hiç bir fedakârlıktan kaçınmıyor, evini, ailesini ihmal ederek hizmete koşuyorlardı. Zübeyir Ağabey, Üstadı ile hapse girmek ve onun yükünü almak için kendini ihbar ediyor, Binbaşı Asım ve Hafız Ali gibi talebeleri, Üstadları yerine canlarını feda ediyor, hizmetin devamı için şehid olmayı kabul ediyorlardı.
Günümüzde böyle fedakâr dost bulmak nerede ise imkânsız bulunuyor. Bugünkü dostluklar genellikle menfaat üzerine kuruluyor. Yükünüzü çekecek dost ararsanız bulmanız müşküldür ama, yükünü çekeceğiniz bir dost ararsanız herkes size dost olur.