"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Nur’un Kahraman Muallimi” Sungur Ağabey’i rahmetle anıyoruz

Abdil YILDIRIM
01 Aralık 2018, Cumartesi
Sungur Ağabeyin hayatını, hizmetlerini ve hatıralarını bir çok kişi bizden çok daha iyi biliyor.

O konularda bir şeyler yazmaya kendimi mezun hissetmiyorum. Ancak, kendisi ile bir kaç defa görüşmek ve  dersinde bulunmak şerefine nail olmakla kendimi bahtiyar hissediyorum. İlk defa Kayseri’de 1974 yılında bir dersinde bulunmuştum. Asr-ı Saadetten çıkıp gelmiş gibi bir sahabe gibi pürihlâs, pürnur bir şahsiyet... Ondan sonra da bir kaç defa Ankara’da görüşmek ve dersini dinlemek nasip olmuştu. Son dersine ise, 2 Aralık 2012 Pazar günü Fatih Camii’nde on binlerle birlikte iştirak etmiş olduk. Bu derse sadece insanların değil, arzın ve semânın diğer sakinlerinin de iştirak ettiğini ihsas eden çok emareler görüldü.

 “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” buyuruyor Sevgili Peygamberimiz (asm). Kâinat kitabını en güzel okuyan ve en iyi şekilde anlayan insanlardan birisi olan Merhum Sungur Ağabey de, âlimlerin ileri gelenlerindendi. O kâinat kitabını iyi bildiği gibi, kâinatın zerreleri de onu iyi biliyor ve iyi tanıyorlardı. Onun için ruhunu Rahman’a teslim ettiğinde gökyüzü sağanak sağanak ağlamıştı. Öyle ki bulutların ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. O yüzden ertesi günü yorgun ve bitkin bulutlar dağılmış, güneş sıcak tebessümü ile Fatih Camii’ndeki misafirleri karşılamıştı. O gün devlet, hem millet, hem devlet, hem diyanet oradaydı. 

Böyle bir birlikteliğe vesile olan çok az fâni gelip geçmiştir. Böyle bir uhuvvet, çok az kişinin etrafında meydana gelmiştir. Bu birliktelik, bir cenaze merasiminden ziyade, Risale-i Nur’un bir kongresini hatırlatıyordu. 

Fenâ-finnur, Mustafa Sungur!  

Mustafa Sungur, Safranbolu’nun Eflani nahiyesine bağlı Çalışlar Köyü’nde 1929’da dünyaya gelir. Kastamonu Gölköy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra bir müddet öğretmenlik yapar. Köy Enstitüsü’nden aldığı derslere binaen, dine karşı bir tutum almıştır. 1945 yılında öğretmen olarak bir köyde görev yaparken, başka bir köyde Ahmed Fuat Güven adında bir öğretmen de insanları imana dâvet ediyor, camilerde Risale-i Nur’dan vaazlar verir. Bunu duyan Mustafa Sungur, “Ahmed Fuat halkı zehirliyor” diye tepki gösterir. Bir gün Sungur’un muâllimlik yaptığı köyde camide ders verirken Sungur da gelmiş onu dinler. Herkes dağılıp gittikten sonra arkadan Sungur orada kalır ve Ahmet Güven’le tanışır. Sabaha kadar oturup beraber dersler yaparlar. Mustafa Sungur Nurlar’a bu şekilde talebe olur. Ondan sonra hayatını Bediüzzaman ve Risale-i Nur yönlendirir. Bediüzzaman muhabbeti ile yanıp tutuşmaya başlar. Ve nihayet 1947 yılında Üstad’ı ziyaret eder, sonra da onun hizmetine girer. Artık çileli, fakat mukaddes bir yola girmiştir. Ateş etrafında pervane gibi,  Nur Üstadın peşine. Öğretmenliği, ailesini, köyünü terk eder. Şairin, “Padişahlar tacı tahtı kor gider” dediği gibi, her şeyi geride bırakır, ışığın peşine takılır gider. Üstad Hazretleri, bu genç muallimi “kahraman” diye taltif etmiş, “Sungur, fenâ-finnur olmaya mecburdur” demişti. O da Nurlar’da fâni oldu, Nurlar’a feda oldu... 

Mustafa Sungur Emirdağ’da Bediüzzaman ile ilk görüşmesinde Üstad kendisine evli olup olmadığını sordu. Evli olduğunu anlayınca, bekâr olsaydı yanına alacağını söyledi. “Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan” diyerek iltifatta bulundu.

Daha sonra 1948 yılında Bediüzzaman ve talebelerinin Afyon’da tutuklandıklarını öğrendi. Üstad ile görüşmek üzere Afyon’a gitti. Mahkeme esnasında Bediüzzaman’la görüştü. Bu görüşmeden sonra Üstad’a uzun bir mektup yazdı. Bunun üzerine kendisi de tutuklanarak Afyon Cezaevi’ne konuldu. Mahkeme sonunda 6 ay ceza aldı. Bu arada memuriyetten atıldı. Bundan sonra hayatını tamamen Risale-i Nur’a verdi. Hizmetlerinden dolayı Üstad 

“Sungur, hayatım hayatınla devam edecek. İstikbalde Nur bayramları olacak. Ben o bayramları göremeyeceğim, sen o bayramları görecek ve gelip kabrimde duâ okuyacaksın” der.

Mustafa Sungur, yurt içinde ve yurt dışında bir çok Nur dersanelerinin açılmasına öncülük etti. Bunlardan birisi de Tiflis’te açılan Nur Dersanesi’dir. Mustafa Sungur Ağabey hasta olduğu için uzun seyahatlere çıkamıyordu. 1991 yılında Murat Zaralı’ya talimat verir ve “Ben seni vekil tayin ediyorum, Tiflis’e git ve orada dershanemizi aç” der. Bunun üzerine Murat Ağabey Tiflis’e gider ve orada Nur derslerinin okunduğu bir dersane açar. Böylece Üstad Hazretleri’nin yüz yıl önce, “ben de gelip burada medresemi yapacağım” dediği müjde gerçekleşmiş olur. 

Mustafa Sungur, genç bir öğretmen olarak, Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra, hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfetmişti. Bir çok defa o da Üstadı gibi hapse girdi. Fakat ondan ayrı kalmamak için her çektiğini “mukaddes bir çile” olarak kabul etti. Afyon Mahkemesi’ndeki şu müdafaası, onun ne kadar kahraman ve fedakâr bir Nur Talebesi olduğunu gösterir: 

Sayın Hâkimler!

“İman ve İslâmiyet’i en yüksek bir sevgi ve iştiyakla öğreten ve rıza-i İlâhîden başka bir hedef ve maksat tanımayan ve bu asırda Kur’ân’ın bir mu’cize-i kübrası ve tefsir-i nuranisi olduğu kat’î tahakkuk eden Risale-i Nur’u okumak ve yazmak ve onun hakaik-i imaniyeyi ders veren Risalelerini mü’min kardeşlerine vermek bir suç ise ve dinin evamir-i kudsiyesinden olan rabıta-i diniye ve uhuvvet-i İslâmiye ve Allah sevgisi uğrunda iman ve Kur’ân yolunda birleşmek gibi mukaddes ve İlâhî ve uhrevî kardeşlik bir cemiyet ise böyle mübarek bir cemiyete mensup olmak benim için büyük bir saadettir. Ve her türlü taltif ve nişanların üstünde bir bahtiyarlıktır. Böyle bir saadet ve bahtiyarlığı kazandıran Risale-i Nur’un talebesi olmak gibi büyük bir lütfu, benim gibi bir bîçareye nasib eden Allah’a hadsiz şükürler olsun.”                   

Muallim Mustafa Sungur

Sungur Ağabey’in son anları

Sungur Ağabey, sağ tarafından felç geçirmiş ve tekerlekli sandalyede hayatını sürdürüyordu. Son zamanlarda sol tarafına da felç indi ve akciğer yetmezliği eklenince hastaneye kaldırılır. Narkozla uyutulur. Vefatından bir kaç saat önce gözlerini açar, kapıdan birisi girecekmiş gibi beklemeye başlar. Biraz sonra Diyanet İşleri Başkanı içeri girer, selâm verir. Sungur Ağabey Başkanın selâmını alır. Diyanet İşleri Başkanı kısa bir duâ ederek oradan ayrılır ve on beş dakika sonra ruhunu teslim eder. 

Sungur Ağabey’in vefatında olağanüstü haller müşahade edilir. Şehitlere mahsus bir hali vardır. Vefatından sonra bedeni sarı bir renge girer. Bir de alnında kan sızmaya başlar. Bu durumu görenler, “bu haller şehitlerde görülür” diye hayretlerini ifade ederler.

Sungur Ağabey, Yeni Asya gazetesi için de olumlu kanaatlerini belirtmiştir. 

Bunlardan birisini gazetemiz yazarlarından Nejat Eren, 13 Mart 2015 tarihli bir yazısında şöyle ifade eder:

“Hasan Okur Ağabey, Nevşehirli. Üstadımızın hizmetlerinde bulunmuş çok tecrübeli ve muhakemeli bir ağabeyimiz. Geçmiş yıllarda rahmetli Sungur Ağabeyin kendisine;  ‘Hasan kardeş, sen Yeni Asya cemaatinden ayrılma, oraya devam et!’ dediğini anlatmıştı.”

“Nur’un kahraman muallimi” Sungur Ağabey’i vefatının altıncı yılında rahmetle anıyor, Cenâb-ı Hak’tan sonsuz rahmetler diliyoruz.

Okunma Sayısı: 4921
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı