"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

31 Mart’ta; “Zemin bataklık ve dam ve plân serilmişti”

Abdülbakî ÇİMİÇ
04 Mart 2021, Perşembe
31 Mart Vak’ası bütün çıplaklığı ile tam olarak anlaşılamamış olsa bile, bazı ipuçlarını bulmak mümkündür.

Hâdisenin üzerine çalışmalar yapan ve eserler ortaya çıkaran araştırmacılar birçok bağlantıyı bir araya getirerek resmin fark edilmesine çalışmışlardır. Bizler de bu araştırmalardan tesbit edebildiklerimizi özellikle Bediüzzaman Hazretleri’nin görüşleri doğrultusunda işlemeye devam edeceğiz. Bediüzzaman’ın 31 Mart’ta yaşanan hâdiselere yaklaşımı ve değerlendirmelerine yer vermeye çalışalım inşâallah.

Öncelikle şunu ifade edelim ki 31 Mart’ta “Manzara gitgide ürkütücü, endişe verici bir vaziyet aldı. Cadde ve meydanları dolduran asker-sivil karışımı kalabalık, başsız ve kontrolsüz bir şekilde ‘Yaşasın Şerîat’ sloganlarıyla ortalığı inletiyordu. Bu kanlı kargaşa hâli, birkaç gün devam etti. İnsanlar mahkemesiz ve muhakemesiz bir şekilde vuruluyor, dövülüyor, canından ediliyordu. Üstelik kimsenin kimseyi dinlediği de yoktu. Doğrusu, bütün bu yaşananların üzerinde ciddî soru işaretleri vardı. Aklı başında olan bir dindârın, bu anarşik ortamı tasvip etmesi mümkün değildi. Demek ki, işin içinde gizli bir tertip, bir kumpas ve bir provokasyon hâli vardı.” 1

Bediüzzaman bu noktaya şöyle işaret ediyordu: “Zemin bataklık ve dam ve plân serilmişti. Mukaddes olan itâat-i askeriye feda edildi. Üssülesâs esbap, fırkaların taraftarâne ve garazkârâne münâkaşâtı ve gazetelerin belâgat yerine mübalâğat ve yalan ve ifratperverâne keşmekeşleri idi.”2 Başka gizli ifsadât şebekelerinin ellerinin işin içinde olduğu “Zemin bataklık ve dam ve plân serilmişti.” 3 cümlesiyle net olarak anlaşılıyordu. Zaten, Bediüzzaman da mes’elenin ciddiyetini şu sözleriyle açığa çıkarıyordu: “Ben otuz Bir Mart Hâdisesi’nde şuna yakın bir hâl gördüm. Zirâ, İslâmiyet’in Meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedaîleri, cevher-i hayat makâmında bildikleri nimet-i Meşrûtiyeti şerîata tatbik ile, ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşat ve nâm-ı mukaddes-i şerîatı Meşrûtiyet kuvvetiyle ilâ ve Meşrûtiyeti şerîat kuvvetiyle ibkâ ve bütün seyyiât-ı sâbıkayı muhâlefet-i şerîat üzerine ilka’ etmek için bazı telkinâtta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler-hâşâ-şerîatı, istibdada müsait zannederek tutî kuşları taklidi gibi “Şerîat isteriz!” demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman, yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret bir nokta-i siyah!” 4

 İşte, Bediüzzaman yaşanan hâdiseleri teşhis etmiş ve bu vaziyete göre bir tavır belirlemişti. Gelişen bu hadiselere hiç âlet olunmaması gerekiyordu. Nitekim Bediüzzaman da bu yolu seçti. Divan-ı Harb-i Örfî, Yedinci Cinayet’te meseleyi şöyle ifade ediyordu: “Martın Otuz Birinci günündeki dehşetli hareketi iki-üç dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddit metalibi işittim. Fakat, yedi renk sür’atle çevrilirse yalnız beyaz göründüğü gibi, o ayrı ayrı matlâblardaki fesâdatı binden bire indiren ve avamı anarşilikten kurtaran ve efrat elinde kalan umûm siyâseti mu’cize gibi muhafaza eden lâfz-ı şerîat yalnız göründü. Anladım, iş fena; itâat muhtel, nasihat tesirsizdir. Yoksa, her vakit gibi, yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim. Fakat avam çok, bizim hemşehriler gafil ve safdil, ben de bir şöhret-i kâzibe ile görünüyorum. Üç dakikadan sonra çekildim. Bakırköy’üne gittim; tâ beni tanıyanlar karışmasınlar. Rast gelenlere de karışmamak tavsiye ettim. Eğer zerre miktar dahlim olsa idi; zaten elbisem beni ilân ediyor, istemediğim bir şöhret de beni herkese gösteriyordu; bu işte pek büyük görünecektim. Belki Ayastafanos’a kadar, tek başıma olsun, Hareket Ordusu’na karşı mukabele ederek, ispat-ı vücut edecektim, merdane ölecektim. O vakit dahlim bedihî olurdu, tahkike lüzum kalmazdı. İkinci günde bir ukde-i hayatımız olan itaat-i askeriyeden sual ettim. 

Dediler ki: “Askerlerin zabitleri asker kıyafetine girmiş; itaat çok bozulmamış.” Tekrar sual ettim: “Kaç zabit vurulmuş?” Beni aldattılar, dediler: “Yalnız dört tane. Onlar da müstebit imişler. Hem, şerîatın âdab ve hudûdu icra olunacak.” Bir de gazetelere baktım; onlar da o kıyamı meşrû gibi tasvir ediyorlardı. Ben de bir cihette sevindim. Zira, en mukaddes maksadım, şerîatın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir. Fakat itâat-i askeriyeye halel geldiğinden nihayet derecede me’yus ve müteessir oldum. Ve umûm gazetelerle askere hitaben neşrettim ki: “Ey Askerler! “Zabitleriniz bir günahla nefislerine zulmediyorlarsa, siz o itâatsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfûs-i İslâmiye’nin haklarına bir nevi zulmediyorsunuz. Zira, umûm İslâm ve Osmanlıların haysiyet, saadet ve bayrak-ı tevhidi, bu zamanda bir cihette sizin itâatinizle kâimdir. Hem de, şerîat istiyorsunuz; fakat itâatsizlikle şerîata muhalefet ediyorsunuz.” Ben onların hareketini ve şecaatlerini okşadım. Zira, efkâr-ı umûmîyenin yalancı tercümanı olan gazeteler, nazarımıza hareketlerini meşrû göstermişlerdi. Ben de takdirle beraber nasihatimi bir derece tesir ettirdim. İsyanı bir derece bastırdım. Yoksa böyle asan olmazdı.” 5

Görüldüğü üzere Bediüzzaman 31 Mart’ta hadiseleri takip ediyor ve ilk anlarda fena bir planın tatbik edildiğini anlayınca olaylara müdahale etmeyerek çekiliyor. Çünkü “Anladım, iş fena; itaat muhtel, nasihat tesirsizdir. Yoksa, her vakit gibi, yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim.” 6 ifadeleri ile nasihatin tesirsiz, itaatin bozulduğunu görerek o ateşin söndürülmesine teşebbüs edemiyor. Daha önce yaşanan Ferah Tiyatrosu hadisesi, Beyazit talebe içtimaı ve hamalların boykotuna müdahale etmiş ve netice de alınmıştı. Ancak bu defa iş karışık, zemin bataklık ve hadiseler bulanık görünüyor. Bediüzzaman da üç dakikadan sonra çekiliyor. Bakırköy’üne giderek kendisini tanıyanların karışmamalarını sağlıyor. Rast gelenlere de karışmamayı tavsiye ediyor. Ancak hadiselerin ilerleyen günlerinde ise gazetelerde teskin edici yazılar yazıyor.

Dipnotlar:

1- Ahirzaman Tarihi, M. Latif Salihoğlu, 

Cilt-II, s. 66. 

2- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 140.

3- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 140.

4- Eski Said Dönemi Eserleri 

(Münâzarât), 2013, s. 257.

5- Eski Said Dönemi Eserleri 

(Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 130, 131. 

6- Age, 130. 

Okunma Sayısı: 3345
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdülbâkî Çimiç

    4.3.2021 16:07:59

    31 Mart 1325 tarihinin miladi karşılığı 13 Nisan 1909, inşâallah 31 Mart yazı serisi 13 Nisan 2021 haftasını da içine alacak şekilde devam edecek diye düşünüyorum Süleyman Alıç ağabey.

  • süleyman ALIÇ

    4.3.2021 14:59:32

    Teşekkürler Abdülbaki Hocam yakın tarihe ışık tutan harika bir yorum ve tahlil, tarihin karanlık sayfasına bir ışık tutmuşsunuz. bu yazı 27 gün sonra (31 Martda) neşredilse idi çok güzel olurdu diye düşünüyorum.

  • Okur

    4.3.2021 14:59:14

    Abdülhamid döneminin baskıcı ve jurnalci politikası 31 Marti doğurdu, bugünün mevcut politikaları da elbet bir doğum meydana getirecektir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı