"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâmın “Güncellenmiş” evrensel bir sunumu: Risâle-i Nur

Abdurrahman AYDIN
20 Eylül 2020, Pazar
Neden Risale-i Nur? İşte tercih ve rüçhaniyetinin çok sebeplerinden sadece birkaçı:

BİRİNCİSİ: Çağımız insanı, pozitivist düşünüyor. Gözünün gördüğüne inanmak istiyor. “Nedir?” diye sormuyor. Belki “Nereden biliyorsun?” diyor. Akıl yürüterek gerçeği arıyor. Böyle bir çağda, kudsî metinlere indirgenmiş bir anlatım yeterli olabilir mi? Yani “Kur’ân’da böyle yazıyor” veya “Hz. Peygamber (asm) böyle buyuruyor” dediğinizde adam size: “Kardeşim, ben onları zaten kabul etmiyorum ki!” diyebiliyor.

Demek bu çağda muknî bir dil için, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinden ilham alarak ve onları bir dürbün gibi kullanarak Kur’ân-ı kebîrin yani kâinatın ve fıtratın âyetleri göze gösterilmelidir. Tâ ki, muktezay-ı hâle mutabık ortak bir dille hitap edilmiş olsun. İşte Risale-i Nur bunu yapmaktadır.

İKİNCİSİ: Kur’ân’ın temel hakikatlerini kâinat yüzünde göze göstererek sunan bir dil, eğer sadece akla hitap eder, ama kalbi ihmal ederse yine kâfi değildir. Akademik ve salt rasyonel bir dil, aklı ikna edebilir belki, fakat davranışlar için gereken duygusal enerji kalptedir. Dolayısıyla çağımız insanını, müptelâ olduğu hastalıklı alışkanlıklarından kurtarıp kemâlâta yükseltecek duygusal enerjiyi yükleyemeyen bir sunum yetersizdir. O halde evrensel ve etkili bir anlatım için modern ilm-i kelâmın tasavvufla sentezlenmesi, böylece hem aklı ikna, hem de kalbi tatmin ve tahrik edecek bir dilin kullanılması gerekmektedir. Risale-i Nur, zülcenaheyn bir tefsir olarak bu dili terennüm etmiştir.

ÜÇÜNCÜSÜ: Bu çağa hitap edecek bir dilin aynı zamanda yerel değil, evrensel olması gerekir. Oysa çağımızda İslâmı anlatmak için birçok ülkede üretilen dil, politik veya ideolojik bir dil olmuştur. Batı dünyası da o yüzden bu dile karşı hep soğuk durmuştur.

Bırakın Batı dünyasını, İslâm dünyasında bile, meselâ Mısır’da veya Hindistan’da üretilen İslâmî anlatım, Türkiye’ye taşındığında kardeşi kardeşe kırdırıyorsa böyle bir anlatım evrensel olabilir mi? Veya İslâmî olabilir mi? Heyhat!

Cihanşumûl bir dil odur ki, değil kendi dindaşlarımızla tarikatlar veya mezhepler ya da partiler arası bir savaşı, başka dinlerle dinler arası bir savaşı dahî körüklemez; kargaşa ve düşmanlık üretmez.

İşte, Risale-i Nur’un bir farkı da budur ki: Ne kızı vermiş, yani hakikatin namusunu çiğnetmiş, ne de dünürleri (ehl-i kitabı) üzüp İslâm ailesine düşman etmiştir. 

Böylece hem Hıristiyan dünyasına hitap etmeyi ve onlara Kur’ân’ı dinletmeyi başarmış, hem de çatışma meydana getirmek için din farkını kullanan fesat şebekelerini cephanesiz bırakmıştır.

DÖRDÜNCÜSÜ: Çağdaş Kur’ân yorumcularının birçoğu İslâm için siyasete yaklaşırken Said Nursî (ra) burada da, İmam Hz. Hasan’a (ra) ve sevad-ı a’zama uyarak İslâmın izzetini, istiklâlini ve pozitif etkisini koruyabilmek için siyasetten uzaklaşmış, dinin zarar görmeyeceği, siyasetin ise fayda görüp istifade edeceği bir mesafede durmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri reformist değildir. Dinde yeni bir kural da getirmemiştir. Onun yaptığı, bozulanı tamirdir. Dinî orijinaline bakarak güncellemek, yani tecdittir. 

Merhum Âkif’in ifadesiyle: “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı; Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı!” kabîlindendir. Bu noktadan bakıldığında Üstad Nursî’nin (ra) yaptığı şey aslında İslâmı güncellemekten ziyade, ayarları bozulan kafaları İslâm’a göre yeniden güncellemek olmuştur.

Hülâsa, Kur’ân’ın en temel hakikatlerini, bu çağın anlayışına uygun şekilde, politik veya ideolojik kalıplara hapsetmeden, gözle görünen somut (kevnî) âyetlerden yola çıkarak, akıl ve kalbi birden muhatap alarak, değil mezhepler veya gruplar arası, hatta dinler arası çatışmaya bile çanak tutmadan, müsbet bir dili kullanıp tesirli biçimde ifade edebilmesi sebepleriyle Risale-i Nur, Kur’ân’ın güncel ve cihanşümul bir sunumudur. Dolayısıyla istifade edilmesi gereken baş eserdir. (İslâmı güncellemek ve tebliği doğru yapmak isteyen başta “İslâmcı” hocalara duyurulur!)

Nitekim doksanlı yılların başında, altı Avrupa ülkesinde yapılan bir araştırma sonucunda, Papalık Meclisinin hazırladığı rapora göre Hıristiyan iken Risale-i Nurlar’ın tercü- mesini okuduktan sonra İslâmı seçenlerin oranı % 32’dir. 1 Avrupa’da dünyanın her yerinden gelmiş ve tebliğ hizmeti yapan bunca Müslüman gruplar içinde Risale-i Nurlar’ın tek başına en öne geçmesi, onun güncellenmiş, pozitif ve evrensel bir sunumu başardığının tescilidir. Yetmişin üstünde dünya diline tercüme edilmesi ve dünyada en çok okunan eserler arasına girmesi de bunun teyididir. Demek o, Kur’ân ve Sünneti çağımıza yansıtan aynaların en parlağıdır. Kudsî kaynakların en güzel tercümanıdır. Bu eserin müellifine muasırları boşuna “Bediüzzaman” dememiştir.

BEŞİNCİSİ: Bu asırda gaflete düşürecek esbap çoğaldığından Üstad Nursî (ra) diğer âlimlerden farklı olarak imana ve marifetullaha ağırlık vermiştir. Böylece “Huzûr-u Dâimî”yi kazandırarak iman merkezinde önce ferdi, sonra da toplumu yeniden inşa etmeyi hedeflemiştir.

Bugün insanlara “Allah var mı?” diye sorduğumuzda genelde “var” diyorlar. Fakat hayata baktığımızda sanki –hâşâ!– Allah yokmuş gibi, sanki –hâşâ!– hiçbir kitap ve peygamber göndermemiş ve insanı arzularına göre başıboş salıvermiş gibi bir manzara karşımıza çıkıyor. Düşünce, tercih, karar ve davranış mekanizmalarında “Vahyin İşletim Sistemi” yerine bilinçaltımıza yüklenen “Sekülerizmin İşletim Sistemi” kullanılıyor ve tam bir “Enaniyet” hüküm sürüyor. “Niçin bu yanlışı yapıyorsun?” diye sorduğumuzda: “Doğru olanı yapmak zorunda değilim. Mutluysam bitmiştir!” diyor. Veya “Yaptığım her şeyin çok basit bir izahı var: Canım öyle istiyor!” diyebiliyor.

İşte bu noktada, sadece kibrin değil, bencilliğin, zevkperestliğin, riyakârlığın, geçimsizliğin, merhametsizliğin, hülâsa bütün ahlâk-ı rezîlenin kaynağı olan enaniyeti eritmek ve kulluk şuurunu güçlendirmek üzere, sürekli ulûhiyeti öne çıkaran, her varlığa ve her olaya, Rubûbiyet-i İlâhiyeyi hatırlatacak bir uyarıcı gözüyle bakma melekesi kazandıran Risale-i Nur, problemi tam temelinden yakalamıştır.

Ayrıca iman ve kulluktaki kalbî ve ruhî yüksek hazları tattırması, aynı şekilde vicdanı eğiterek günahların içinde saklı peşin elemleri açığa çıkarması sebebiyle, peşin elem veya lezzete endeksli çalışan his ve hevesi kontrol edebilmeyi kolaylaştırmaktadır.

Örneklendirme kabîlinden sadece bir kısmını zikrettiğimiz bütün bu meziyetler, onun okunması için kâfi sebeplerdir. Kısacası Risale-i Nurlar, bu çağdaki en öncelikli ihtiyaçları giderecek kadar zengin bir hakâik-ı Kur’âniye hazinesidir.

SUAL: Peki, Bediüzzaman Hazretleri neden Kur’ân’ı baştan sona tefsir etmedi? Veya fıkhî konulara pek girmedi?

CEVAP: Bunu onun yapmasına gerek yoktu. Bunu yapan ve yapacak olan binlerce müfessir ve fakih (hukukçu) zaten vardı ve olacaktı. O, İslâmî düşüncede en çok kilitlenen kısımları açacak anahtarları vermekle yetindi. (Bunun bir örneği Münâzarât’tır.) Ve o, en elzemine yani % 50 imana ağırlık verdi. Tebliğ stratejisinde Kur’ân’a tam mutabık hareket etti. Zira iman bir elektrik gibidir. Yeterli voltajda akım sürekli sağlanırsa elinizdeki bütün cihazların çalışması mümkündür. Kesilir veya zayıflarsa cihazlarınız olsa bile düzgün çalışmaz.

Cây-ı dikkattir ki, Nur Sûresi’nin 25. âyeti, ilm-i cifir kullanılarak işarî manasıyla okunduğunda özetle şu mesajı vermektedir: Ahirzamanda birbiriyle beraber devreye girecek iki aydınlık var; harflerime dikkat edersen tarihlerini dahî görürsün. Biri maddî aydınlık ki, bu, elektrikle sağlanacak. Diğeri manevî aydınlık ki, bu da iman cereyanı verip dünyayı elektrik gibi aydınlatacak. Bu iki lütf-u İlâhînin hem vakitleri, hem de mahiyetleri birbirine benzer olacak! 2 İşte Bediüzzaman (ra), bu mesajın gereğini yerine getirmiştir.

Dipnotlar:

1) Yeni Asya, Kâzım Güleçyüz, 24/09/2006.

2) bk. 1. Şuâ, 1. Âyet.

Okunma Sayısı: 3217
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet ali emiştekin

    21.9.2020 09:28:44

    Allah razı olsun çok güzel ifade etmişsiniz Cenab-i Allah Risale-i nur anlamayı ve anlaşılmayı nasip eylesin.

  • Oğuz Yiğiter

    20.9.2020 13:22:18

    Final paragrafı meseleyi hem özetlemiş, hemde deyim yerinde ise " tam 12'den vurmuş". Tebrikler, dualar...

  • Mehmet Türeli

    20.9.2020 11:58:15

    Mutlu olmak sadece bu dünyadan ibaret değildir. Bir insanın ahirete inancı yoksa onu yaratan Allah 'ın emrettiği şekilde yaşamıyorsa mutlu olması mümkün değildir. Çünkü ölümü bir terhis tezkeresi değil de bir yok olmak olarak görüyor.

  • Abdurrahman AYDIN

    20.9.2020 04:02:34

    YAZARIN NOTU: Gerçekten de İslâmî düşüncede fıkıh alanındaki en çok kilitlenme, fıkhın "USUL" ile "SİYÂSET" e taalluk eden kısmında yoğunlaşmaktadır. İctihad Risalesiyle "FIKIH USÛLÜNDEKİ" deki yozlaşma engellenmiştir. Zira Usul-ü Fıkıh hakkıyla uygulanırsa ilmihalle ilgili meselelere ehlince çözümler bulunabilir. Bu çok zor değildir. Üstadın "Diş Dolgusu" fetvası, bu usulün tatbik şeklini ve su-i istimal edilen "zaruret" prensibini "diş dolgusu" örneği üzerinden göstermesi açısından önemlidir. Ama siyaset-i İslamiyeye gelince, işte fıkıhta en çok ihtiyaç duyulan ve en çok çatışma yaşanan alan burasıdır. Üstad Bediuzzaman klasik fıkhın bu alanında, geleneğe değil, asla bakarak güncelleme yapmıştır. Münazarat örneği bu yüzden verilmiştir.

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:20:15

    Sual-cevap kısmı da çok yerinde olmuş. Evet, Üstadımız ilmihal kitaplarında bulunabilecek bilgileri( abdestin şartları,namazın farzları,orucu bozan haller vb.) tekrar etmemiş ve zaten lüzum da yok. Sadece ilmihallerde olmayan ve fetva vermeye yanaşılmadığı durumlarda devreye girmiş (mesela diş dolgusunun gusül abdeste mani olmadığı belirtmesi gibi) Evet, Üstad Hazretleri vazifeli olarak yapılanların tekrarı yerine yapılmayanların ve bilhassa imani mevzularda yapılması gereken noktalara odaklandı. Yüzlerce yıldır biriken sorunları (vahdetülvücut gibi) çözerek hem geçmişin mevzularını çözdü ve hem de düşünce dünyamıza ışık yakarak gelecekten müjdeli günleri haber vererek yeisi kırdı...

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:18:40

    Sadece bir örnekle bu hakikati birinci sözün girişindeki pasajı nazara vererek anlamaya çalışalım: " Kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü, ben nefsimi herkesten ziyâde nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim "Sekiz Söz"ü, biraz uzunca, nefsime demiştim. Şimdi, kısaca ve avâm lisânıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin." Görüldüğü üzere tam dört kere nefsine hitap ederek belki de son cümleyle muhteşem bir davette bulunuyor. İnsan öyle bir hale geliyor ki son cümleyi okuduğunda "Kim istemez ki?" diyesi geliyor...

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:18:34

    Beşinci maddenin iki anahtar kelimesi var: iman ve enaniyet. İki cümle aklıma geldi. İlki "Kainattaki en yüksek hakikat imandır. İkincisi "Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruşluğu terk etmek lüzumudur." En yüksek hakikate odaklanmak bizleri bütün yalancı,geçici,günahkar uğraşlardan kurtaracaktır. Bu hakikatin yaşanmasındaki en büyük engel dışarda değil içerde aramak gerekiyor. O da enaniyetimizdir. Bundan dolayıdır Üstad ,siyasetten farklı olarak ferdin inşasına tüm mesaisini harcamıştır. Bundan dolayıdır ki önce kendi nefsinden başladığını yüzlerce kez ifade edip yaşamıştır.

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:15:49

    Dördüncü maddede çoklarını aldatan ve maalesef aldatmaya devam eden "menfaat üzerine dönen canavar" olarak tanımlanan siyasetin Risale-i nurdaki yerini ve mesafesini çok iyi anlıyoruz. (Bu vesileyle üstadın eski said döneminde aktif siyaset yapması, ikinci said döneminde hiç siyaset yapmaması ve üçüncü said döneminde gerektiği kadar fikir beyan ederek yönlendirmesinin her dönemdeki en doğru yaklaşım olduğunu belirtmiş olalım.) Avrupada yapılan araştırmalarda İslamın seçilmesinin bir nedeni de insanların bu eserleri okurken ya da dinlerken kendilerini doğrudan suçlanmadığı için rahat bir psikolojide dinlemeleri yatıyor. Dikkat edilirse Üstad Tabiat risalesinde bile evrimi çürütürken ne charles darwini ve ne de evrim teorisini adını zikretmiyor. Bu da muhatabı ötekileştirmediği için savunma refleksine girip kendini kapatmasına mani önlüyor ve hidayet kapılarını sonuna kadar açıyor...

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:14:11

    Üçüncü maddeyi okurken Üstadın "Kainat Kardeşliği" tanımını hatırladım. Bırakın sadece müslümanlar,ehl-i kitap ya da insan kardeşliğini bu eserleri okuyanların sinekle,böcekle,ağaçla,çiçekle, hatta taşla,dağla,atomlarla yani tüm mevcudatla kardeş olduğunu anlıyoruz. Bu açılımı anladıktan sonra bu açılımı hangi amaçla yapıldığını düşünmek gerekiyor. Evet, herhangi bir ideojik,politik gaye ya da şan-şöhret,makam-mevki ya da maddiyat için değil, Rıza-ı İlahiden başka gayesinin olmaması elbetteki bu eserleri cihanşumul olmasına vesile olmuştur. Özetle, tüm mevcudatı ayrım yapmadan ,yaratanının bir olması hakikatiyle birleştirmesi ve gaye olarak da Rıza-i ilahi dışında bir şey düşünülmemesi cihanşumul olmasının sırlarındandır denilebilir...

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:12:41

    İkinci maddeyi okurken mesleğimizin hakikat mesleği olduğu aklıma geldi. Hakikatin ortaya çıkabilmesi içinde akıl ve kalbin kardeşliğinden,bütünlüğünden bahsetmek gerekiyor. Adeta ikiside bir elmanın yarısı gibiler. Akademik dilin ne kadar monoton ve sıkıcı olduğu malumdur. O dile samimiyet,ihlas ve hissiyat eklendiğinde bambaşka pencereler açılır. Son yıllarda IQ'nun dışında onlarca zeka türü tanımlanması, Duygusal zeka, Ruhsal zeka gibi eserlerin kaleme alınması bu hakikati tenvir etmektedir...

  • cenk çalık

    20.9.2020 01:11:30

    İlk maddeyi okurken aklı ön planda tutan inkarcıların ve ibadet denilince aklına bile gelmeyen "tefekkür"ün ne kadar ehemmiyetli olduğunu düşündüm. Rabbimizi tanıtan Kuran, Efendimiz (asm) ve Kainat kitabı adlı üç külli muarif olduğunu hatırladım. Kainat kitabını tefekkür etmek hem imanı tahkikiye çevirmesi ve hem de inkarcıların kendi silahıyla mağlup edilmesine vesile olduğunu düşündüm...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı