Son yazımızı şöyle bitirmiştik: “İdeolojik devlet, verdiği küçük tavizlerle yerli yerinde duruyor. Sadece, bürokrasi ‘bıyıksız gençler’ ordusu ile doluyor. ‘Çoğu posbıyıklı azı badem bıyıklı’ yaşlılar ise bu duruma diş gıcırdatıyor.”
Bazı eleştiriler aldık.
Derler ki; “görüntüye takılmayın, niyete bakın”.
Biz de deriz ki;
-Hem ele ve dile hem de kalbe baksak daha iyi olmaz mı?
-Görüntü önemli olmasaydı Allah sadece ruhları ve ruhanî varlıkları yaratırdı. Maddî vücut da önemli ki maddeyi de yaratmış.
-“Parayla imanın kimde olduğu bilinmez” sözü bize uymaz. Zira bizim inancımıza göre zengin zenginliğini cimrilikle gizlememeli, aksine cömertlikle göstermelidir. Zira bizim inancımıza göre, iman, hayata, ibadet ve güzel ahlâk olarak akseder.
-Bürokrasideki bıyıksız gençler ordusunun “eşlerinin hatırı için” bıyık kestiğini düşünüyorsak mesele yok!
Ama “gün olur devran döner, ne olur ne olmaz, tedbirli olalım, dindarlığımızı belli etmeyelim” diyerek “gizlenmek için matruş” iseler bakmak lâzım.
Neyi kimden niçin gizliyorlar?
Memuriyetten atılma ve aç-açık kalma korkusu ve dolayısıyla rızık içinse, rızk Allah’tan değil mi?
Hizmet içinse, ihlâslı olmak kaydıyla mazlum bir mahkûm, kaypak bir hakimden daha fazla “hizmet” edemez mi?
Nedir bu, “sinek kaydı kayganlığı”ndaki kaypaklık!
Ne yazar, hangi tür bıyık ya da bıyıksızlık?
Geçen günlerde Ankara’da badem bıyıklı bir dostumuzun başından ilginç bir olay geçmiş. Şöyle;
Bir bürokrat adayı için referans olmuş. Referansı işe yaramış. Aday o devlet kurumunda işe yerleşmiş.
Birkaç sene geçmiş, bizim dost başka birini ziyaret için o Kuruma gitmiş, birlikte yemeğe çıkmışlar.
Kurumun lokantasında, uzaktan, bir zamanlar referans olduğu kişiyi fark etmiş. Göz göze gelmişler. O gencin gelip selâm vermesini beklemiş.
Beklemiş, ama ne gelen var ne giden. Aksine, o genç kendisini tanımazdan gelmiş.
Dostumuz bu duruma çok sevinmiş elbette!
“Helâl bana” demiş içinden, “ne isabetli bir destek vermişim, ne uygun bir adayı desteklemişim, helâl olsun bana…”
Ama bir yandan da badem bıyıklı oluşuna üzülmüş, “keşke” demiş kendi kendine, “keşke benim de bıyıklarım olmasaydı da o genç kardeşim benden çekinmek zorunda kalmasaydı.
Sonra düşünmüş: Bu gencin amiri bıyıklı, onun bakanı bıyıklı, bakanın başbakanı bıyıklı, cumhurbaşkanı bıyıklı, anayasa mahkemesinin başkanı da, meclis başkanı da öyle…
Bu gencin referansı bıyıklı, hocası bıyıklı, üstadı bıyıklı, şeyhi bıyıklı, hatta sakalı da var…
Öyleyse bu ne perhiz, bu ne…
Elbette burada mesele bıyık değil. Bıyık bir sembol, bir tür kişilik sembolü.
Asıl mesele; omurga, kıkırdak, köşeler ve köleler… Ve yanlış efendilere köleleşme tehlikesi.
“Maddî ve manevî çocuklarınızı devletten olabildiğince uzak tutun” diyenler, boşuna böyle söylemiyorlar.
Hele “Devleti küçültün” diyenler ve onların on yıldan bu yana giderek artan hayal kırıklıkları…
Bu bahse ayrıca temas etmek lâzım.