Ankara’nın göbeğinde bir genç kızımızın ebe yardımıyla ve evde doğum yapma isteğini duyduğumuzda konu hakkında kısa bir araştırma yaptık ve pandeminin de tesiriyle evde doğum isteğinin yaygınlaşmaya başladığını fark ettik.
Aynı durum bilhassa yaşlıların “beni sonsuzluk yurduna evden gönderin” diye tavsiye ve hatta vasiyet etmesinde de kendisini gösteriyor.
Her ikisi de fıtrî haller olan doğum ve sonrası ve ölüm ve öncesi süreçlere ilişkin hastane hizmetlerinin sosyal devlet uygulamaları kapsamında ve bedelsiz veriliyor oluşu bu konudaki en önemli faktörlerden biri.
Doğum için hangisi doğrudur meselesi elbette uzmanının bileceği iştir. Bu konu hastanede doğumun çocuğun ve annenin sağlığı açısından evde doğuma nazaran ne kadar faydalı olduğu ile ilgili.
Hastanede doğum mümkün iken evde doğumu tercih eden ve ardından kalıcı bir komplikasyonla karşılaşan annenin bu sebeple sisteme getireceği yük ve sigorta konular da ayrıca tartışılacak konular.
Ama işin sosyolojisini ve psikolojisini düşündüğümüzde hastanede doğum imkânı varken evde doğum isteyen annelerin aynı zamanda çok çocuk isteyen anneler olduğu da tahmin edilebilir. Yani olaya buradan da bakmakta fayda var.
Evde ölüm isteğine gelince…
Konunun intihar ve ötenazi tartışmalarına kadar varan bazı boyutlarının olduğu açık.
Ama ölümü yaklaşmış ve eski adıyla “ölüm hastalığı”na yakalanmış bir kişinin hastane şartlarında tutulması ile evde yatağında bakılması arasında bazı farklar var.
Hastanın çektiği acının azaltılması ve yakınlarının bakım yükümlülüğünün kolaylaştırılması yönünden elbette hastane daha iyi görünüyor.
Ama hastanın psikolojisi ve hastanede ölüm tercihinin sosyal yansımaları yönünden galiba aynı şey söylenemez.
Maalesef hastane ruhlarımız için sıcak bir yer değil. Özel hastane olması da bir şeyi değiştirmiyor.
Hem gözler kalbin aynası. Puan ve yüksek ücret hatırına hasta ve yakınlarının yüzüne gülen hemşirenin bu gülücüğünün çoğu zaman içten olmadığını herkes kolaylıkla anlayabiliyor.
Yaşlılara, en çok ihtiyaç duydukları bu dönemde iman takviyesi yapmak üzere gönüllü ve ihlâslı birilerinin devreye girmesi yönünden bakıldığında da evde bakım ve evde bekleyiş daha makul görünüyor.
Tercih hakkının ve vicdanî sorumluluğun kime ya da kimlere ait olduğu ise galiba devletin ve hukukun üzerinde duracağı en önemli konu.
Bakıma muhtaç haldeki yaşlının iradesi de çoğunlukla kısmen ya da tamamen hükümsüz hale gelmiş yani yaşlandıkça çocuklaşmış oluyor. Ama böyle değilse ne olacak?
Yani bir yaşlı sırf direnecek fizikî gücü olmadığı için kendi iradesine rağmen hastane odasına ve oradan yoğun bakıma taşınıyorsa konu insan onuru ve irade özgürlüğü gibi felsefî meselelerle de ilişkili hale geliyor.
Ve bu konuda da asıl mesele, “ne kendisine ve ne de başkasına zarar vermemek” şeklindeki doğru hürriyet tarifinin doğru uygulamasının nasıl sağlanacağı meselesi.