Başlığın hangi anlama geldiğini yazının tamamını okumadan anlayamayacaksınız. Olsun. İyidir.
Geçen hafta Kocaeli Üniversitesinin konferans salonlarından birinde İlahiyat Fakültesi’nin mezuniyet töreni yapılıyor. Salonun görevlileri diğer fakülteler için ne yapıyorlarsa aynı rutini İlahiyatçılar için de yapıyorlar. Yani başlangıçta saygı duruşu ve İstiklal Marşı, devamında konuşmalar ve ödüller, sonra kep savurma töreni ve onuncu yıl marşı.
Onuncu Yıl marşı sırasında sahnedeki ilahiyatçılar genellikle çok da oralı olmuyorlar. Yani onlarda bu marşa uygun bir “coşku” yok. Ama yine de olay “garip”.
Üstelik bir izleyici olayın videosunu çekiyor ve bu sırada videoyu çeken ya da yakınındaki başka bir kişi “yaşasın papaz imamlar” diye bağırıyor. Amacının protesto olduğu tahmin edilebilir. Video sosyal medyada yayılıyor. Ve linçler de başlıyor.
Sahnenin ambiyansı da ilginç. Ortada M. Kemal portresi ve yanlarda bayrak ve yanlarda da kütüphaneci Hurşit’in hayattaki en hakiki mürşit olmadığını söyleyen o veciz söz.
İlahiyat için başka bir salon gerekir miydi? Bulunabilir miydi? Bu bir dert.
Bu salonda olacaksa ambiyans değiştirilebilir miydi? Değiştirilmeli miydi? Bu da bir dert.
Ama asıl mesele şu: İlahiyat için hazırlanan tören akışı ve ses ve görüntü malzemeleri, diğerleri ile aynı olmak zorunda mıydı? Değiştirilemez miydi?
Nitekim başka üniversitelerde, -bizim de gözlemimizle- mesela Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinin bazı yüksekokul ve fakültelerinin mezuniyet törenlerinde, onuncu yıl marşı çalınmadı. Yöneticilerin tercihi bu yönde oldu ve çaldırılmadı. (Türkiye şartlarında bu “bile” bir tür “yöneticilik başarısı”ydı elbette).
Kocaeli’nde de bu tercih yapılabilirdi ve bizce de yapılmalıydı. Böyle olmaması dekanın veya yönetiminin bir kusuru. Zira Onuncu Yıl marşı mana ve biçim itibariyle ilahiyatçıya uymaz. Bu net.
Ama medyada ve sosyal medyada olay başka alanlara çekildi. Olay “benim marşım senin marşını döver” gerginliğinin yeni bir aleti oldu.
Oysa asıl mesele, bilhassa son yirmi seneden sonra gelinen noktada, kamusal alanın, yeniden ve Yirmi Sekiz Şubat’tan çok daha keskin ve gönüllü-zorunlu biçimde Kemalizm’e teslim edilmesi. Merhum Şerif Mardin’in tesbitiyle “Kemalizm’in zaferi” olan AKP, demokrasi vaadiyle çıktığı yolda Kemalizm’in ömrünü uzattı. Ne diyelim!
Üstelik İstiklal Marşı gibi ancak ayakta ve durarak söylenebilen veya dinlenebilen ve fakat yanlış bestesi sebebiyle ne söyleyene ve ne de dinleyene –maalesef- bir coşku veremeyen bir marşa karşı, gerçekten iyi bir beste ile icra edilen ve böyle olunca da dinleyeni neredeyse koşturacak kadar coşturan bir marşla karşı karşıyayız.
Ama yine de İstiklal Marşı bir “duruş”un marşı. Belki de bir “karşı duruş”un marşı. İşte, o karşı duruştan haz etmeyen “azınlığın azınlığı” bir grup, maalesef o “karşı duran” marşın karşısına bu “karşı koşan marşı” yerleştirmeyi ve neredeyse ilahiyatçıyı bile coşturup koşturmayı başarıyor. Bu da bir nifak alameti.
Çare tam demokrasi. İsteyen istediği ile coşsun kardeşim. Verme mehteri! Yeter…