“Afgan, Suriye’li, Irak’lı, Afrikalı çaresizler başımızın tacıdır. Allah’ın can bağışlamaya değer bulduğu her varlık, gönlümüzün mihmanıdır. Allah’ın verdiği rızkı onlarla paylaşmak bizim görevimizdir.”
Biz bu fikirleri retweet ettik ve Prof. Dr. Ali Kutlu bize cevaben şunları yazdı:
“Peki bu ülkenin hiç mi sınırı, göç politikası, işçisinin esnafının menfaatlerini düşünen yönetimi olmayacak? Demografik yapı, güvenlik endişeleri bir kenara mı atılacak?”
Elbette her devletin kendisine göre öncelikleri, politikaları var ve olmaya devam edecek.
Ama acaba bu gibi vesilelerle de olsa “dünya devleti” fikrini düşünmemiz gerekmez mi?
Ya da haritaların gerçekliği ve sanallığı meselesini…
Malûmunuz, siyasî haritalar arazide var olmayanı gösterir. Zira siyasî sınırlar sanaldır ve değişkendir.
Oysa coğrafî haritalar gerçeği gösterir. Zira dağlar, tepeler, dereler, kıyılar, yükseltiler ve çukurlar fıtrîdir.
Coğrafî haritada yeryüzü tek ülkedir. Coğrafî sınırlar ancak bir fizikî engeldir ve aşabilene “neden aştın” denilemez.
Seyahat ve yerleşme hakkı sadece bir ülke içinde serbest dolaşım hakkından ibaret değildir. Bu fikirlerimiz elbette özel mülkiyeti reddettiğimiz anlamına gelmez. Ama kamusal alanın şu ya da bu devletin kontrolünde olması o kamusal alanın barış içinde orada bulunmak isteyen tüm dünya insanları için ortak alan olduğu gerçeğini de değiştirmez ve değiştirmemeli.
Önceden beri orada olanın ya da önce gelmiş olanın hangi imtiyazlara sahip olması gerektiği hususu tamamen siyasî bir meseledir ve bu yönden bakıldığında “biz”in ve “bizimkiler”in içerdiği “kıdem” fıtrî değildir.
Zira “bu ülke bizim” türünden söylemler herkesin sahipleneceği sözlerdir. Biz’den ne anlaşılması gerektiği herkes için değişir. İnsanlar artık ilk çağların sınırlı seyahat gücüne sahip insanlar değiller ki “biz” sadece bir kabileyi, soyu/boyu ifade edebilsin.
Daha iyiyi elde etmek için ülke değiştirenlere bazı sınırlar, yasaklar ya da kısıtlamalar koyabilirsiniz. Ama bilhassa zulümden kaçtığı için yer değiştirene “gelme, orada öl” demenin hiçbir izahı olamaz.
Elbette her devlet kendi ülkesinde bütün insanların güvenliğini sağlamak için vardır ve güvenlik tedbirleri sığınanı, mülteciyi, muhaciri, vs. de kapsar.
Ama “güvenliği sağlayamıyoruz” ya da “aç kalacağız” diyerek kapı kapatmak hiçbir medeninin elindeki şefkat kitabında yazmaz.
Dünyanın son altmış yetmiş senesinde Doğu Blokundan Batı’ya kaçanlara “gelme” diyen bir Batı olsaydı kıyamet çoktan kopmuştu.
Ağustos 1988’de Saddam’ın zulmü sebebiyle Irak’tan Türkiye’ye kaçmaya çalışan Kürt kardeşlerimiz sınıra yığılınca Başbakan Özal “bunu yapmak insanlık borcumuz” diyerek sınırı açmak gerektiğini ifade etmişti. Muhalefet lideri durumundaki Demirel ise daha ileri gidip ve hatta düzeltip “insanlık borcu değil, kardeşlik borcumuz, sınırı elbette açmalıyız” demişti ve o kriz böylece çözülmüştü.
Şefkatli şirket insanı insan yapan ortaklıktır. Bu dünyayı ortaklaşa kullanabilirsek bölünmüşlüklerden kurtulabilir ve doğru biçimde şirketleşerek insanlıkta yeniden birleşebiliriz.