Devlette ya da özel sektörde hiyerarşik ilişkiler içinde yaşayan insanların amirlerinden alacakları bütün emirleri tatbik etme mecburiyetleri var mıdır? Direnme hakları var mıdır? İstifa da bir hak mıdır?
Aslında ana baba ile çocukları arasındaki ilişki bile bu yönden bir hiyerarşi içerir. Bilhassa bu bağlamda, “Allah’a isyan hususunda kula itaat mecburiyeti yoktur” denilir. Bunu geçelim.
Amirin emrinin kanuna uygun olduğu fikri temel varsayımdır. Ancak aksi mümkündür.
Amirin emriyle kanun çatışırsa ne olacak?
Başka devletlerin anayasaları gibi Türkiye Cumhuriyetinin Anayasası’nda da bu sorunun cevabı ile ilgili olarak “kanunsuz emir” ve “konusu suç olan emir” ayrımı ve tarifi vardır.
Anayasanın 137/1. maddesi konuyu memurlar açısından “Kanunsuz emir” başlığı altında şu şekilde düzenliyor:
“Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.”
Emrin yazı ile yenilenmesi halinde bu yazılı belgenin ıslak imzalı bir nüshasının memur tarafından şahsen saklanmak istenmesi de elbette gereklidir ve normaldir.
Zira yarın öbür gün birileri “Sen kanuna aykırı bir iş yaptın, sonuçlarından da sen sorumlusun” demeye kalktığında “Ben yaptım, ama sorun bakalım neden yaptım” diyecek olan memur da delil olarak bu yazılı belgeyi çıkarıp kendisini savunacak.
Anayasa 147/2 ise yukarıdaki kuralın çok mühim bir istisnasını bildiriyor. Şöyle:
“Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.”
Gerçekten, yaptığının suç olduğunu bile bile bir emri uygulayan kişi “Ben sorumlu değilim” diyemez. İnsan insandır, robot değildir. Olsa olsa “Bana emri veren de sorumlu tutulsun” diyebilir ve demelidir.
Türk Ceza Kanununun 24. maddesi de aynı konuyu şu şekilde düzenliyor:
“(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez. (2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez.”
Ancak bunun da istisnası bilhassa silâh taşıma yetkisine sahip olan kamu görevlilerine amirlerince verilen “vur emri” meselesidir ve bu konu yine Anayasa 147/3’de şöyle halledilmiş:
“Askerî hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır.”
Bütün bunlara rağmen “Emir suç değil, tamam, ama yine de bu emri uygulamayı vicdanen doğru bulmuyorum” diyen bir memurun memuriyetten istifa etmesi de Anayasal bir haktır. Hem emre direnmek ve hem de görevde kalmaya ısrar etmek ise hak değildir.
Bununla birlikte konusu suç olan emir ile kanunsuz emir arasındaki çizgi her zaman yeterince net olmayabilir. Netliği sağlayacak olan ise sistemin ayrıntılarıdır.
Zaten; şirketlerde kurumsallaşma ve devletin “hukuk devleti” olması gibi hususlar “sistem kurmak” ve onu geliştirmekle ilgilidir.