Kara kaplı kitaba göre “kim söyler” sorusu yanlış. Doğrusu, “son sözü hangi yargı makamı söyler” olmalı.
Ama burası Türkiye.
Dolayısıyla yazının başlığındaki soruyu okuyanlar, muhtemelen, son günlerde Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi ile ilgili AİHM kararının değerlendirilme biçiminin de tesiriyle şu cevabı verecek:
“Yargıda son sözü Bahçeli söyler. Ancak ve sadece, Bahçeli söylememişse ve söylemeyeceği anlaşılmışsa Erdoğan söyler!”
İşin siyasî yönünü geçelim.
Asıl mesele yargı organları içindeki yetki çatışması ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK’nın) seyretmesi.
***
Tayfun Kahraman adlı şehir plancısı sanık Gezi Olaylarındaki rolü sebebiyle darbeye teşebbüsten yargılanmış ve 18 yıl hapis cezası almış.
Dosya aşamalardan geçmiş ve sonuçta ceza kesinleşmiş.
Sanık vekilleri yargılama sürecinde insan haklarının ihlâl edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine “bireysel başvuru” yoluna gitmiş.
AYM dosya hakkında ön incelemesini tamamlamış ve “bu iş bireysel başvuru kapsamında incelenebilecek bir iştir” demiş.
Yani “iddiaların insan haklarını ilgilendiren bir yönü de var ve dolayısıyla ben işin esasına girip insan hakları ihlâli var mı diye bakacağım” demiş.
Bakmış. İhlal görmüş. “Deliller ve gerekçeler cezalandırma için yeterli değil, yeniden yargılama gerekir” demiş ve gerekçeleriyle de mahkemeye yön vermiş. (Karar beşli blokun muhalefetiyle ve oy çokluğuyla alınmış.)
Ardından sanık avukatları Mahkemesine başvurup yeniden yargılama talep etmiş.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise bu talebi reddetmiş ve mevcut cezası bitinceye kadar sanığı içerde tutmaya devam etmeye karar vermiş. Karar temyize açık. Gerekçesi şöyle: “Anayasa Mahkemesince bireysel başvuruda, olağan kanun yollarında incelemesi gereken konularda inceleme ve değerlendirme yapılamaz. Zira Anayasa Mahkemesi temyiz veya istinaf mercii değildir. Anayasa Mahkemesi ‘süper temyiz’ mahkemesi de değildir. Anayasa Mahkemesi somut olayda bireysel başvuru incelemesi sonucu hak ihlâli kararı verirken adeta temyiz makamı gibi hareket etmiş, oluşturmuş olduğu gerekçede hem Anayasa’ya, hem de kanunun emredici hükmüne açıkça aykırı hareket ederek ‘Yetki Gaspı’nda bulunmuştur.”
Haklı mı?
***
Anayasa m. 148’e 2010’daki Anayasa değişikliğiyle eklenen hükümler şöyle: “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
Ayrıca 149. maddeye eklenen hükümle “Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir” dahi denmiş.
Yani AYM bir yargılama yapacak. Ama bu yargılama bir delil yargılaması ya da bir hesap yargılaması vs. değil, bir “insan hakları ihlâli yargılaması” olacak.
Meselâ AYM beraat eden bir sanık hakkında delil toplayıp “Sanık mahkûm edilmeliydi, yeniden yargılayın ve mahkûm edin” diyemeyecek.
Ama mahkûm edilen sanığın mahkûmiyeti haksız ise elbette “Burada bir hak ihlâli var ve bu hak Anayasal bir insan hakkı durumunda, yeniden yargılama yapın ve ihlâli giderin” diyebilecek.
Bu olayda da bunu dedi.
Ama mahkeme direndi.
Şimdi gözler Bahçeli’de…