Allah’a ve ahirete iman dersine hepimizin ihtiyacı var.
Üstelik bu ders her gün ve hatta her an tazelenmeli ki akıldan kalbe insin ve şeytanın elinde uçup gitmesin.
Bu dersi en iyi ve en sağlam biçimde veren de ölüm hakikati.
Bayram tatili vesilesiyle Karadeniz’de “iyi bir solcu” ile “güzel bir sohbet” etme imkânı bulduk.
Kendisi Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nde uzun yıllar siyaset yaptıktan sonra dostlarının da telkini ile Cumhuriyet Halk Partisine transfer olmuş.
Dinî konulardaki tavrı da zaman içinde yumuşamış ve tasnifçi bir tavra dönüşmüş. Bunda elbette yaşlanmanın da bir tesiri var: Yaşlılık dindarlaştırır.
Ateist olanları anlamadığını, Yaratıcının inkâr edilemeyeceğini söylüyor. Ama kendisini bir dine mensup olarak görmüyor. Dinlerin akla, bilime ve çağa aykırı gibi görünen uygulamalarından dolayı gençliğinden itibaren dinden uzaklaşmış. Ama son zamanlarda ölüm hakikati daha perdesiz görünmeye başladıkça o konulardaki popüler “amalar-fakatlar” anlamsız hale gelmeye başlamış.
Her aklı başında insan gibi o da Ahirete de inanmak istiyor. Ölümden sonra yokluk fikri onu da sıkıyor. Bir nur lazım. Hem de bütün siyasi taraftarlıkların dışında ve siyasi tarafgirliklerin üstünde mualla ve müberra bir makamdan verilen Kur’an dersine ihtiyacı şiddetli.
O kısa sohbetimizde, “midedeki açlık gıdanın en büyük delili olduğu gibi kalpteki ebediyet arzusu da ahiretin en büyük delilidir” dediğimizde gözleri parlıyor.
“Allah’a inananın ahirete inanmaması Allah’ın gücüne gider” dediğimizde durup kendi içine dalıyor. Ahirete inananın dünyayı daha doğru yaşamak için bir rehber olarak peygambere ve bir kılavuz olarak vahye ihtiyacını hissettirdiğimizde zihni daha da derinleşiyor. Maziyi hayra yormak için kader inancına ve istikbali doğru planlamak için cüz’i irade fikrine yakınlaştırdığımızda gözleri parlıyor.
Siyasetin ülkeye ve millete hizmet etmek için bir yarış olduğunu ya da öyle olması gerektiğini ve dinin ve dindarlığın bu ülkenin kültürel ve sosyal bir gerçeği olduğunu düşünüyor.
Siyasetçinin dine ve dindarlara düşman olmasının kendi kendisiyle çelişmek anlamına geleceğine inanıyor.
Birçok entelektüel gibi o da kendi tabiriyle “samimi dindar ile dinci arasında” bir fark görüyor ve gözetiyor ve “dini siyasetine ya da ticaretine yani dünyevî işlerine alet eden dincidir” diyor.
Dindarların bir partide kümelenerek siyaset yapmasının dine de sosyal yapıya da zarar vereceğine inanıyor.
AKP’nin yirmi küsur yıllık iktidarında samimi dindarlığın artmamış olmasını da buna delil olarak gösteriyor.
Genç kızların ve kadınların, kendi tabiriyle “ancak plajda giyilebilecek kıyafetlerle” sokakta gezmesinin tepkisel bir yönünün de olduğunun şuurunda ve bundan o da memnun değil.
İçkili lokantadaki bir masadan sessizce kalkıp ilan etmeden namazını kılıp gelen ve sonra da arkadaşlarının hatırına onların içkisine eşlik eden(!) siyaset arkadaşının dindarlığına imreniyor.
Kendisine “ÖDP ilçe başkanı, bir gün, siyasetçi dostlarına, ‘benden sonra cenazemi dinî ritüel olmadan kaldırın’ deseydi ne kadarı bu teklifi makul karşılardı” diye soruyoruz.
“Yüzde altmışı normal karşılardı” diyor.
“Aynı şeyi CHP ilçe başkanı söylese ne olur” diye soruyoruz.
“Ancak yüzde beşi normal karşılardı” diyor.
Bu farkın anlamını ve sebebini bulmak da siz okuyuculara düşüyor.