Söz, fiil, davranış, hareket ve paylaşımlarımızla herkesi memnun etmek mümkün değil. Ancak, başta ibadet olmak üzere her amelimizde rızay-ı İlâhiyi gözetmek mecburiyetindeyiz!
Şu fıkra meseleyi tam olarak şerh eder ve net olarak ortaya koyar:
Nasreddin Hoca (veya Ali Dayı) eşeğe binmiş, oğlu ile pazara gidiyormuş. Yolda birkaç kişiye rastlıyorlar: “Allah’tan korkmuyor musun, Hoca,” diyorlar, “Kendin eşeğe binmişsin, küçücük çocuğu yürütüyorsun!”
Hoca, “Doğru yahu” diyor ve kendisi eşekten inerek oğlunu bindiriyor. Bir süre sonra yine bir başka bir gruba rastlıyorlar, da oğlanı azarlıyor: “Yaşlı başlı baban yürürken sen eşeğe binmeye utanmıyor musun?!”
Bu kez ikisi birlikte eşeğe biniyorlar Bu kez: “Sizde hiç insaf yok mu yahu, ikinizi birden zavallı hayvancık nasıl taşısın?”
Bunun üzerine ikisi de eşekten iniyor ve eşek yedekte, yaya başlıyorlar.
Onları bu halde görenler: “Sizde hiç akıl yok mu, eşeğe binsenize!”
Hoca oğluna, “Gel,” diyor, “Tut şu eşeği!” deyip eşeği sırtlarına almış!
Buna şahit olanlar bu sefer katıla katıla gülmeye başlamışlar.
Oğlu, “Baba, galiba insanları ancak memnun ettik!”
Başkalarını memnun etmek için ancak maskara olmak gerekir!
O zaman şu hakikate göre hareket etmeli: “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok…” (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 164)
Bu hakikati her meselede, her amelimizde, her işimizde, özellikle siyasette uygularsak rahat ederiz, hem de maskara olmaktan kurtuluruz: Ey iktidar muhibbi dindarlar. Neden amelinizde ve siyasî tercihinizde “Rıza-yı İlâhî!” yok da, rıza-yı siyasî, rıza-yı nefsî, rıza-yı Ankara, rızay-ı güçlü var?
Şöyle demek hepimizin şiarı olsun: “Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.” (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 119)
Buna göre, “Hakkın hatırı âlidir, Ali’nin hatırı hak değildir!”