Cumhuriyetin siyasî, askerî ve dinî liderlerin birliği sayesinde kurulduğunu belirten Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw, daha sonra bu birliğin korunamadığını söyler. Devrimlerin aceleye getirildiğini ve zorla yapıldığını ifâde ile, “hatâ” yapıldığını söyler.
“Cumhuriyetin kuruluşundaki devrimler ‘aceleci’ bir biçimde yapıldı ve bu ‘hatâ’ idi. Bence Atatürk’ün yaptığı hatâ. Türk milletine yeni bir hayat tarzını, farklı grupların çıkarlarının ne olduğu konusunda yeterince danışmadan zorla kabul ettirmeye çalışmasıydı. Bu durumun sonunda şiddete sebep oldu. Bu değişiklikler, millete daha ağır bir süreç içinde tanıştırılabilseydi, bu reformlar bugün şiddet düzeyine varan sonuçlar doğurmayabilirdi.”
Buna benzer çarpıcı tesbitlerden birisi de, İsrail Ankara eski Büyükelçisi Zvi Elpeleg’in. Avusturyalı Sosyolog Barbara Push da aynı görüşü paylaşıyor:
“Türkiye’de çok garip karşıladığım bir durum da, çökmek üzere bir sistem olmasına karşın, herşeyin hâlâ tıkır tıkır işliyor oluşu. Her yerde bir problem var, ama her şey için bir çözüm yolu bulunuyor.” (Yeni Şafak, 8 Eylül 1998)
Şüphesiz ki, bunun en büyük sebeplerinden birisi, her şeye rağmen İslâm’ın insanlara telkin edip vermiş olduğu, helâl-haram, itaat-isyan, sevap-günah, emniyet-asayiş, sabır, ümid, tevekkül gibi hasletlerin yerli yerine oturması, âile bağlarının kuvvetli oluşu ile dayanışma rûhunu devam ettirmesidir.
“Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idâre ve inzibatı, on namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.” (Asâ-yı Mûsâ, Yeni Asya Neşriyat, s. 13.)
Demek ki, ülkenin birlik, asayiş ve bütünlüğünü, İslâmiyetin, Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına ve yaşanmasına bağlıdır.
Avrupa’daki fikrî ve felsefik hareketleri de takip eden pozitivizmin ve tabiatperestliğin oradan hücûm ettiğini; silâhlı savaştan sonra kültürel savaşı, emperyalizm savaşını başlatacaklarına dikkat çeker.