"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bakmayı öğreten adam

Ali HAKKOYMAZ
27 Mart 2021, Cumartesi
Bin dokuz yüz yirmili yıllar... Kitap yazdığı için takip edilen biri... Kitaba kim düşman olur? Kim korkar kitaptan? Korkmuşlar niyeyse!

Kelimelere karşı duramayacağını anlayanlar işi kaba kuvvete döker ya! 

Eee, sen de konuş, yaz, çiz. Yok ki... Ne yazık ki bu hep böyle gelmiş. 

Hakikat neyse o... Her yerde hakikat konuşsun istiyor.

Hürriyetine dokundurtmuyor ve Çam Dağı’na sürülüyor.

Şimdi daha iyi anlıyorum; Said Nursî’nin tek başınalığını. 

Kâinat Kitabı’yla baş başa kalışını... Hayatın gûlgûlesinden sıyrılışının sırlarını. 

İnsan hep kalabalıklarda kaybolur. Hoş... yeri geldiğinde hamallara da askerlere de hitap etmiş. Ayasofya’da, Şam’da da kürsüye çıkmış. Vekillere nasıl vekillik yapılacağına kadar dersler vermiş. 

Fakat onun işi daha başka imiş.

Sözler yani Hazret-i Ali’nin de Celcelûtiye’de bahsettiği Risalet’ün Nur yazılacak. Fatiha’nın sırları bir gül goncası gibi açılacak. Yoksa -kendi adıma- Fatiha ile ünsiyetim nasıl olacaktı! 

En kestirme yollardan alıp götürüyor beni. En karışık konuları tereyağından kıl çeker gibi akıl ve kalp sofranıza seriyor. Oh, diyorsunuz; işte bu! 

Çünkü kafalarımız karmakarışık olmuş.  

Said Nursî dilimize kaybettiğimiz sözlüğü koydu. Gözümüze Esma Gözlüğü taktı. Bize bakmayı öğretti. Çiçek nasıl sevilir, gökyüzüne nasıl bakılır; bunları bildirdi. 

Peki, başkaları anlatmıyor mu? Anlatsaydı. Zaten insanlığın gözünü açmayaydı; dokunurlar mıydı! Bakarlar ki kendi halinde biri; bırakır giderlerdi. 

Evet, kendi halindeydi, ama içinde lavlar vardı. Yolunu kaybetmiş bakarkörlerin elinden tutmalıydı. Tuttu. Ve bu maya tuttu. Tuttu, ama bu sefer de talebelerinin önüne çıktılar. Vaadler, makamlar, şunlar, bunlar... 

Ne olacak peki? Hiçbir şey... 

O nasıl ki parayı da makamı da elinin tersiyle itelemiş; o kitapları okuyanlara da düşen o. 

Şimdi birçok çevre, kişi sahip çıkıyor; çıkıyor gibi gözüküyor. 

Bu durumda dışa bakılır da... makama, paraya bulaşanların... “Said Nursî...” dendi mi... daha bir hizaya gelmesi gerekir. 

Dikkat! Karşınızda, karşılıksız bir şey almayan biri var. Padişah’ın ihsan-ı şahanesini bile... 

Meclis maaş bağlamak istiyor; ona da hayır. Said Halim Paşa Yalısı’nı teklif ediyor; o da ne: “Beni dünyaya çağırma; ona geldim; fena gördüm.” diyor. O sepeti kolunda Yedinci Şuâ seyahatine çıkıyor. Altın kanatlarla uçulur mu! 

Daha ne yapsındı! Medreseden cepheye koşmuş. Derdimi Padişah’a anlatayım, demiş; izin yok. Derdi; bütün bir insanlığın saadeti için bir “çıkış yolu” arayışı...

Acaba, belki, biraz daha bu devlet-i âliye devam eder mi? 

Meğer gidiş hızlanmış!

Bu sefer dâvet Meclis’ten... 

İşgal altında İstanbul’daki ölümüne gayretini de okul kitapları yazmaz. Yazmasın. 

Onun “desinler” ile bir işi yoktu ki... İş hakkıyla yapılsın da... 

İstemediği halde şöhretin zirvesinde biri...

İstiklâl Madalyalı... Birinci hedefi hürriyet... Hürriyetsiz insanlığın öleceğini biliyor.

Şimdi bizim evlerde gönüllü/gönülsüz yaşadığımız hapsi o zaman yaşamış. Sürgün ve hapisler zaten adım başı... 

Vatanı sevmekse kaç talebesi şehit kendisi gâzi ve uzun müddet Rusya’da esir...

Yanmış yıkılmış memleketine geliyor amma... sanki bu topraklar için canını ortaya koyan o değil gibi davranıyorlar. 

Kimselerle görüşsün istemiyorlar. 

O da kurtlarla, kuşlarla, yıldızlarla; arada, oradan geçen çobanlarla yârenliğe başlamış. Hattâ bir yerdeki hatıratında birkaç haftadır çobanlar da gelmiyor, der; buruk bir şekilde. 

Bu satırları yazarken hüzünlendim; boğazım düğümlenir gibi oldu. Bakın ne demiş: “İnsten tevahhuş; vuhuşa ünsiyet ettim.” 

Yani insanlardan uzaklaştım; hayvanlarla dost oldum. 

Şimdi biz birbirimizden kaçıyoruz, fakat dost olacağımız hayvan kardeşlerin de konağı ağaçları çatır çatır kestik. 

Ayağımıza dolanan, elimize bakan kedilere de bir dilim yiyeceği, bir yudum sütü çok gördük. 

Düşünürleri düşündüğü için yalnız bırakmıştık ve hâlâ bırakıyoruz. 

Özür, dönüş, düşünüş, okuyuş, sorgulayış, şeffafiyet, safiyet zamanı... 

Artık herkes bulunduğu yerde “sürgün” hayatı yaşıyor. Bu başımıza gelenler; dün/de ve bugün/de zulümlere seyirci kaldığımızdan olmasın!

Bir de hayatı muhafaza için verilmiş bu korku damarını da birileri iyi işletiyor.

Okunma Sayısı: 2614
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Özgür bey

    28.3.2021 17:43:07

    Yazı kesik kesik , bir bütünlük yok ama ilmek ilmek düşünce dolu tebrik ederim.

  • Feyzullah Ayhan

    27.3.2021 11:09:53

    Okul yıllarında Türkçe dersinde, "BAKMAK ve GÖRMEK" başlıklı bir okuma parçası vardı. Parçada" bakmak ayrı görmek ayrıdır. Bakıp da görmemek de vardır "diye geçiyordu. Her bakan görmüyor olabilir. Halbu ki Bediüzzaman hem BAKMA'yı hem de GÖRME'yi öğretti.(Rahmet ve minnetle yad ediyoruz) Beratınız mübarek ve çoook hizmetlere vesile olsun inşaallah.

  • Abdullah Tunç

    27.3.2021 06:19:22

    "İhsanı şahane değil" hak kı süküt veya rüşvet.Baş larından savma.

  • Ömer Faruk özaydın

    27.3.2021 03:24:53

    Şiir tadında bir seyahat. Kaleminiz bereketli olsun muhterem ağabeyim.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı