Sorsan; yirmili yaşlardayım.
Hâlâ o telâşlardayım.
Gel gör ki aynalara bakıyorum;
Zamanlar içinde neler akmış!
Bana bol hatıra bırakmış.
Çocukluğum artık çok uzakmış.
Siyah-beyaz fotoğraflar... ah, gençliğim!
Daha dün burdaydı; hani, nerde, dediğim...
Kırkına değiyordum ki annem gitmiş.
Anladım o ân; kulpu yokmuş dünyanın.
Sendin değil mi beni doğuran...
Besmeleyle, ninnilerle yoğuran...
Babam ve iki halam hayatta...
Gerçi biz “ame” deriz.
Biri Nimet biri Mürüvvet.
Üçü de ayrı saadet...
En küçük kardeşim Osman...
Adına çekmiş; sakin...
Mehmet ayrı bir âlem...
Fatih gibi fetihler peşinde...
Dizginlerim çok zaman.
Hep unutur cahilliğimi de...
Peş peşe sepetinde sorular...
Said Nursî’yi tanıdı bir gün.
Ah bana ne sitemler...
Neden geç tanıtmışım.
Sanki eserleri saklamışım!
Cilt cilt kitaplar duruyordu.
Ama işi gücü çoktu!
Şimdi ailecek okuyorlar.
Evi Esma Esma dokuyorlar.
Ablam... elinde tesbih...
Zikir, fikir, şükür halinde...
O da derdini döker bana:
“Ali, bunca zaman niye uzak kalmışım;
Böyle deryalar gibi bir Bediüzzaman’a!”
Yaşım altmışı geçiyor.
Ne zaman solmuş takvimler!
Neler hayal meyal olmuş!
Kaç bahar açmış kaç bahar solmuş!
Ben de bir zamanlar gençtim.
Adam olmak için oku, dediler.
Para pul yok; didindim çırpındım.
Çorap, çamaşır, çekirdek sattım.
Kalem tuttum bir yandan.
Buz gibi Anadolu sokaklarını arşınladım.
Ne aşka zaman vardı, ne gökyüzüne bakmaya...
Adam olmak kolay değilmiş; onu anladım.
Çaldığım kapılardan melul mahzun döndüm.
Kuşları seyretmeyi geç öğrendim.
Geç öğrendim kedilerle arkadaş olmayı.
Meyveleri okşamak varmış meğer.
Mesele... “elmayı hayvan gibi yutmamakmış.”
Şikayet beş paraymış; memnuniyetmiş oturulası saray...
En kolayı savaşmakmış; muhabbet başka diyardaymış.
Bu yaşa geldim; en çok susmayı öğrendim.
En iyisi bir ormana dalmakmış.
Odun kokulu bir çay demleyip... kitaplarda kaybolmakmış.
Sigarayı bırakalı çok oldu; sıkıntılarım ateşlemişti tütünü.
Yıllarca savurup durdum.
Çok çalıştım; az uyudum.
Elime geçen paraları, elimden aldılar:
“Ya Avrupa kafir zalimleri ya Asya münafıkları...”
Diplomalarımın yanına bir de “torpil” istediler.
İnsansam yetmeliydi “torpil” olarak.
Yaşım kemale erdi; İçim bana kalsın; biraz da sana...
Dile kolay; bunca zaman nasıl geçti; nasıl ıskaladım altın yılları!
Bir daha dünyaya gelsem... şu elimdeki şimdiki zaman var ya...
Gözlerinin içine bakardım sıkı sıkı ya...
Kaybolan yıllarımın haddi hesabı yok;
Üzüntülerim sevinçlerimi bastırmış.
Kalan bir ne kadar ömürse...
Yaşama gücü ver Rabbim!
Ey benim sonsuz sahibim!
Hayatın sırlarını aç bana!
Bunca yıl yaşattın beni!
Senden sonsuz memnunum...
Lüzumsuz adamları benden ırak tut!