Tam dört hafta oldu, kaza geçirip ameliyat olduğum günden bu yana.
Rabbime zerrat-ı kâinat adedince hamd ü senâlar olsun; önce sağlığımız vücudumuza, ardından da aklımız başımıza gelmeye başladı. Çünkü “insanın neresi ağrırsa canı orada olur” deyiminde olduğu gibi zihninizi meşgul eden bir ağrı, sızı; bir probleminiz olduğu sürece, duânın ötesinde başınızı kaldırıp bir başka şeye bakamıyorsunuz.
Olanlar istenmez, ama oldu.
Düştük, kalça bölgesinde kırıklar oldu. O pozisyonda kırılan kalça kemiği değil, daha önemli bir arıza olabilirdi! Yani, emr-i Hak vaki olsaydı, o gün, o an dünyamızı değiştirmiş olurduk.
Olmadı.
Cenab-ı Hak ömür ihsan etti ve ben, şu an hayattayım, ayaktayım.
Zoru aştık, elhamdülillâh.
Araç desteğiyle de olsa, şükürler olsun ayağa kalktık; kısa mesafede de yürüyor, dolaşıyoruz.
Geride kalan bu dört hafta zarfında duâ sağanağına maruz kaldık, âdeta.
Siz sevenlerimin şifa temennilerine muhatap olmak, hatim duâlarında anılmak; yaptığı samimî duâlarında yer almak ne saadet, ne büyük kazanç.
Öyle bir kazanç ki: Duâ eden kazanıyor, edilen kazanıyor; duâ edilenin mukabil duâsı hem edene, hem de edilene kazandırıyor.
Aman yâ Rabbi, ne muazzam bir durum!
Bir arkadaşımızın Hastalar Risalesi hakkında “Hastalığı sevdiren kitap” tavsifinde olduğu gibi; insan hastalığı, başına gelen musîbeti sever oluyor bu yönüyle.
Dahası: Üstadımız, “Hayat musîbetlerle, hastalıklarla tasaffî eder” diyor ya.
Ne gam. Gelen, gelsin. Nasıl olsa vazifesi bitecek, o da bizden gidecek.
Yaşadığımız böylesi günümüzde, bize, önce gönlünde; ardından da temennilerinde, duâlarında yer veren ağabeylerim, dostlarım, arkadaşlarım, kardaşlarım ve dahi Nurdaşlarım! Hepinize medyunuşükranım.
Hepinize canıyürekten teşekkür ederim.
İyi ki varsınız.
Huzur dolu günlerle, yıllar boyu “var” olun.
Cenab-ı Hak, hânenizi kâim, sıhhatinizi daim eylesin.