Ömrün tayin edilmiş, ölümün de takdir edilmiş olduğunu biliyor ve buna iman ediyoruz. Fakat insanın aklına, “Ölmeden evvel ölmek nasıl bir hâl?” sorusu gelip yerleşecekken, Efendimiz (asm), imdada yetişiyor:
Gönüllerin Sultanı (asm), Hadis-i şeriflerinde; “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehevânî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz”1 diyor.
Her ne kadar ölmeden evvel ölmeyi başarmak, seçkin insanlara mahsus üstün bir kulluk şuuru olmakla beraber, bizlere düşen, elden geldiği kadar onlara benzemeye çalışmak.
Bu emr-i peygamberîyi dinleyen insan dünyayı misafirhane, vücudunu ise emanet bilir. Ruhunu ve kalbini cazibedar lezzetler seyelanında boğmaz, onlarla bozmaz. Bu hâl ile hallenen, ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ölmeden evvel ölmenin mahiyetini ve keyfiyetini Şeyh Abdülkadir Geylânî (ra), şöyle izah ediyor:
“İki çeşit ölüm vardır.
“Bunlardın biri, avam tabakasının bildiği ölümdür. Bu, ruhun bedenden ayrılması demek olan ölümdür ki, herkesçe bilinmektedir.
“Bir de havas, yani seçkinler tabakasınca bilinen (mecazî) bir ölüm vardır ki, hevaî duyguların, nefsin, kör tabiatların, kötü âdet ve alışkanların ölmesi demektir. Bu tür ölümde, (ölmeye bedel) kalp dirilir, hayat bulur.
“Nefsinle savaş!
“(Tâ ki,) ölmeden evvel öl.
“Senin nefsin, sevgilindir. Sen nefsine âşıksın.
“Nefsine muhalefet ederek, onun heves ve arzuları karşısında sabır kesilerek kendini aradan çıkar.
“Hem de o, olumsuz ve kötü duygularıyla birlikte ölünceye, yok oluncaya kadar…”2
Bütün nefsanî, şehevanî duygulardan sıyrılıp; Cenab-ı Hakkın rızası dairesinde müstakim bir yola girmek, gerçekten bu dünyada büyük bir lütuf, büyük bir saadettir.
Nasıl ki, insan, yerde iken gök gürültüsünden ürker, şimşekten korkar… Uçakla bulutların üstüne çıkacak olsa; artık güneşi bulmuş, önceki korkulardan ve korkutucu unsurlardan kurtulmuş olur.
İşte, ölmeden evvel ölenler de ölümün ufkunu hayattayken geçmiş, mahşer semalarına bu dünyada çıkmış ve itaatkâr bir kul olarak Hakka rücu etmiş kimselerdir.
Bundan sonra onları ne eneleri boğar ne de dünyaları bozar.
Biz de, hiçbir zaman, “O zatların, o Allah dostlarının rabbânî hayatları, nefsanî mematları nerede, bizim ki nerede?” dememeliyiz.
Hacca gitmek niyetiyle yola düşen kaplumbağanın, “Bu hızla amma gidersin” diyen ve kendisini küçük görenlere, “Gidemesem de, o yolda ölemez miyim” cevabını verdiği gibi; biz de bu niyetle, o yola düşemez miyiz?
Çünkü: “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” 3
Dipnotlar:
1 Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 160 (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29). 2 Abdülkadir Geylânî, Fethu’r-Rabbanî. 3 Mecmau’z-Zevaid, 1: 61.