Kelime manası borçlar, zimmetler olan zimem, fukaranın sırtındaki kamburu.
Fukara, her hâliyle fukara! Elinde avucunda olsa, gider, ödemesi gereken parayı deftere yazdırır mı hiç?
Osmanlı zamanında yaygın bir yardımlaşma geleneği imiş bakkal, kasap, terzi ve sair esnafın zimem defterinden sayfa sildirme uygulaması.
Ne kadar güzel, değil mi?
Kendimiz yapmıyoruz yapmasına, ama hiç değilse, güzel hasletleriyle övünüp durduğumuz, iftihar ettiğimiz; örnek alacağımız bir ecdadımız var.
Peygamber Efendimiz (asm), “Bir başka gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, Allah Teâlâ yedi (sınıf) insanı Arşın gölgesinde barındıracaktır. (Bunlardan biri), sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği kadar sadâkayı gizli veren kimsedir” 1 buyurmuştur.
İşte, bu maksat için Osmanlı zamanında, varlıklı kimseler, tebdili kıyafet ederek hiç tanımadıkları mahallelerin esnafına giderler; zimem (borç) defterinin başından, ortasından, sonundan rastgele açtırır, borçlunun kim olduğunu bilmeden hesap ettirip borcunu öderlermiş. Ne borcu ödeyen kimin borcunu ödediğini, ne de borcu silinen, kendisinin kimi borçtan kurtardığını bilirmiş.
Böylece, fukara, kimseye minnet duymamış olur; varlıklı kişi de bu surette, riya endişesi taşımadan, herhangi bir menfaat gözetmeden ve bir manada, sağ elinin verdiğini sol eli görmeden infak etmiş olurmuş.
Ecdadımız, dinimizce yapılması teşvik edilen hayır hasenat gibi güzel davranışları farklı adlar ve âdetler şeklinde uygulayagelmişler, yıllar yılı.
Cenab-ı Hak, bir kutsî hadiste kullarına; “Ey Âdemoğlu! İnfak et ki, Ben de sana infak edeyim” 2 buyurmaktadır.
Fukaralık, kapıya konacak şey değil; ama gelince de, rıza ile bakmalı.
Yakın geçmişimizde de vardı, dükkânlarda veresiye defleri. Satın aldığı ihtiyacının ödeyemediği bedelini, ödemek niyetiyle borçlanır, hesabını deftere yazdırırdı insanlar.
Günümüzde, kredi kartları kullanılır olalı beri, -mahalle bakkallarında, veresiye alış verişe nadiren rastlansa da- artık yaygın manada, zimem (borç) defteri diye bir defter yok. Böyle olmakla birlikte, son yıllarda, ecdadımızın güzel hasletlerini ve hayırlı hizmetlerini hatırlayarak “askıda ekmek” uygulaması yapan fırıncı sayısının, her geçen gün arttığını duyuyoruz.
Ve yine bu maksatla, bazı şehirlerde, bilhassa Ramazan-ı Şerifte, ekmek büfelerinin konuya ehil satıcıları ile anlaşıp, satacağı günlük ekmeğin hepsini ya da bir miktarını satın alarak, o gün, halka ücretsiz olarak ekmek ikram ettiren hayırsever vatandaşlarımızın varlığından da haberdarız.
Cenab-ı Hak, “Veren el, alan elden üstündür” 3 buyuruyor.
Şeyh Sadi-i Şirazi, bu konuda şöyle diyor:
“Hayır işlemeye muvaffak olduğun için Allah’a şükret. Zira Hak Teâlâ seni lütuf ve ihsanından boş bırakmadı. Seni hayır yolunda istihdam ettiği için sen O’na minnettar ol.”
“Veren” olmak, bir mü’mine en yakışır haslettir.
Madem öyle; hayattayken, verenlerden olmalı.
Dipnotlar:
1- Buhari, Zekât, 18.
2- Buhari, Zekât, 28; Müslim, Zekât, 18.
3- Müslim, Zekât, 91.