"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mânâ-yı Harfî penceresinden bakmak

Ayhan Yıldırım
03 Şubat 2021, Çarşamba
“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmâlen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet ve nazar’dır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hakk’ın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve O’nun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.”

(Mesnevî-i Nûriye, Katre Risalesi)

Geçtiğimiz günlerde bir yakınım çok sevdiğim ev makarnası getirmiş. Pişirip âfiyetle yedik. Birkaç gün geçince de unuttuk gitti. Ne vücutta kaldı eseri ve ne de akılda. Halbuki bu ni’met, sadece yenip tüketilmek için değil, aynı zamanda şükür için ve daha başka birçok hikmetler ve gayeler için verildiğini “mânâ-yı harfiyle” nazar edince idrak edebiliyoruz. Şimdi ‘makarna’nın harflerine bu pencereden bir bakalım.

“M”harfi; “Mülkün sahibi Allah’dır”ı (cc) gösteriyor. Demek ki; “ni’mete bakıldığı zaman Münim, san’ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir”. O, çok lezzet alarak yediğim makarna benim değil, Allah’ındır (cc). Benim elimdeki bitip tükendiği için beni üzdü. Lâkin, bâki olan Rezzâk-ı Kerîm’in rahmet hazineleri çok geniş ve sonsuzdur. Dilerse bana tekrar verebilir. Üzülmeye gerek yoktur.

“A” harfi; “Allah’a şükür borcumuz olduğuna” işaret ediyor. Âyet-i Kerîme: “Öyle ise beni (ibâdetle) zikredin ki, (Ben de) sizi (rahmetimle) yâd edeyim; ve Bana şükredin, fakat Bana nankörlük etmeyin! (Bakara,152. Âyet) Makarnaya mânâ-yı harfîyle bakarsak bizi yukarıda adı geçen âyete götürüyor ki; “Rabb’imize kulluk vazifelerimizi yerine getirirsek O’na şükretmiş olacağımızı ve eğer şükretmez isek, O’na nankörlük etmiş olacağız. Bu şükür sadece dil ile değil, kalp, ahvâl ve salih amelle de olmalı. Yoksa, sadece dil ile yapılan şükrün ind-i İlâhîde bir kıymet-i harbiyesi olmadığı bâriz bir şekilde ortaya çıkıyor.

“K” harfi; “Kur’ân-ı Kerîm’e” dikkatleri çekiyor. Âyet-i Kerîme: “De ki: «Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!) (Yûnus (as), 101. Âyet) Kur’ân’ı Kerîm, îmân nûruyla, mânâ-yı harfîyle tefekkür edilerek, anlayarak okunursa, görülecektir ki, şu kâinat kitabında, her varlığın ve her hâdisenin mutlaka Hakk’a bakan cihetleri ve O’nun varlığına dâir deliller vardır. Bu deliller kafa gözüyle değil de kalp gözüyle görülür. 

Kalbin bunları görmesi için; mâsivânın ve günahların kalpten temizlenmesi, onların bıraktığı yere de mârifetullah ve muhabbetullahın yerleştirilmesiyle olur. Çünkü bir kalpte iki sevgi olmaz. Dünya sevgisinin içinde bulunduğu kalbe muhabbetullah yerleşmez. İçi tamamen muhabbetullah ile dolan kalp de, îmânı taklidden tahkîkiye çevirecek, bizi, ilm’el yakîn>ayn’el yakîn>Hakk’al yakîn yolculuğuna çıkararak, Rabb’imize daha dünyada iken kavuşturup, saadet-i dâreyne (iki dünya saadeti) bizleri kavuşturacaktır.

“A” harfi; “Allah (cc), bir ikrâm-ı Ìlâhî olarak ihsan ettiği ni’metlerin veriliş hikmetleri”ne nazar ediyor.

Âyet-i Kerîme: “(Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım”! (Zâriyât, 56. Âyet) İnsanın yaratılmasındaki hikmet; herşeyden evvel, Rabb’ini tanıyıp bilmesi ve O’na kulluk etmesi içindir. Yoksa insanın her arzu ettiği şeyi alıp tüketerek nefsini azdırıp, nefsinin, kalbini ve rûhunu hâkimiyeti altına alarak, insanı Hakk’a değil de kendine kul etmesi için değildir. Çünkü; hayvanlar gibi nefsinin arzu ve isteklerini karşılayan, onun dediklerini yapan nefsinin kulu; Rabb’inin dediklerini yapan ise, Rabb’inin kuludur. Nefsine kul olmaktan tam manâsıyla kurtulup, kalbî ve rûhî hürriyete kavuşamayanlar, Rabb’lerine hakîki kul olamazlar. Kul bu ömr-ü hayâtında vücûdunu ayakta tutacak, sağlığını intikaya uğratmayacak ve ancak Rabb’ine kulluk vazifelerini îfâ edebilecek kadar yemeli ve tüketmelidir. Bunu da sadece ve sadece Allah’a kulluk için istemelidir. Bunun fazlası israftır. Çamurdan yaratılmış vücûda çamurdan fazla değer vermemeli, bedenin zarûrî ihtiyacı ile nefsin arzularını birbirine karıştırmamalı, Rabb’inin isteklerini nefsinin isteklerine dâima tercih etmelidir. Bütün yatırımlarını topraktan halk edilmiş ve kabirde çürüyüp yine toprak olacak bedenine değil; bilâkis, Allah’ı misafir eden maneviyât-ı kalbine ve öldükten sonra beden gibi zâyi olmayıp bâki kalarak Rabb’ine vâsıl olacak rûhuna yatırım yapmalıdır. Fâniye müştâk olan fenâya (Cehenneme), Bâki’ye âşık olan da, bekâya (Cennete) kavuşacaktır.

“Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun.” (Mesnevî-i Nûriye)

“R” harfi; “Resûlullah’a (asm), O’nun Sünnet-i Seniyyesi”ne bizi götürüyor. Çünkü; kâinata ve içindekilere mânâ-yı ismiyle değil de, mânâ-yı harfîyle bakmayı, Allah’ın (cc) O’na verdiği ilim ve hikmetle “O” bizlere öğretti. 

Resûlullah (asm) yaratılmasaydı vahiy gelmeyecek, Kur’ân inmeyecek, biz bu kâinat kitabının sahifelerinde Kâdir-i Zülcelâl’in kudret kalemiyle yazdığı satırların, cümlelerin ve kelimelerin ne anlama geldiğini, ni’metleri yaratanın Hâlık-ı Rahîm olduğunu, biz insanlara da şükür için verildiğini bilemeyecektik. Hattâ; Resûlullah (asm) yaratılmasaydı, kâinat ve biz de yaratılmayacaktık. (Hadîs-i Kudsî)

Demek ki; Allah’a (cc) şükür (kulluk) borcumuz olduğu gibi, Resûlullah’a da (asm) bir vefa borcumuz var. O borç da ancak ve ancak Allah (cc) ve Resûlü’ne (asm) itaât ve O’nun (asm) Sünnet-i Seniyye’sine ittibâ ile olur. Sünnet-i Seniyyeyi hayatlarına esas yapanlar, âhirette Allah (cc) Resûlü’nün (asm) şefaatine mazhar olacaklardır. 

“N” harfi; Ni’metlerin bir “İkrâm-ı İlâhî” olduğunu ortaya koyuyor. Ömür hitâma erdiğinde, rûhumuzun ufkuna yürüdüğümüzde, hasenât ve seyyiâtlarımız tartıldığında o günde “kurtuluşa ermek” için, bu dünya hayatında âdemoğluna ulaşan her ni’metin bir Rezzâk-ı Hakîm tarafından lütfedildiğini idrak edenlere ne mutlu! Yoksa; Kârun gibi “Ben kazandım”, veya; “Falanca sayesinde bu ni’mete kavuştum” demek, hafizanallah Allah’a (cc) şirktir. Nefsimizi, veyahut, bizim gibi yaratılmış bir varlığı Allah’a (cc) şirk (ortak) koşmuş oluruz. Bu günahı Allah (cc) affetmiyor. 

Âyet-i Kerîme: “Öyle ise Allah’ın ni‘metlerini hatırlayın; tâ ki kurtuluşa eresiniz”. (A’râf, 69. Âyet) Demek ki ni’metler “Allah’ın ni’meti”dir. Dilediğine dilediği kadar, dilediği zaman yine “O” verir.

“A” harfi; “Akıl ni’meti”ne parmak basıyor. Rabb-i Rahîm’in bize lütfedip ihsan buyurduğu “akıl ni’meti” sayesinde, varlık ve hâdiselere mânâ-yı ismiyle değil de, mânâ-yı harfiyle nazar edip tefekkür edebiliyoruz. Ni’met O’nun. Rızık O’nun. Biz O’nun. Bütün kâinat ve içindekilerin hepsi O’nun. Bütün bunları düşünecek akıl ni’meti de O’nun. Bütün yollar O’na varıyor. Bütün kapılar O’na açılıyor. Bütün vâsıtalar O’na gidiyor. Bütün esbâb (sebepler) sükût ediyor. Her şey lisân-ı hâliyle “LÂ İLÂHE İLLALLAH” kelime-i tayyibesini her daim zikrediyor. Bize lütf-u İlâhî tarafından bahşedilen akıl ni’metini O’nun istediği gibi kullanabilmek ve herşeye mânâ-yı harfîyle bakarak O’na kavuşmak da bize düşüyor.

Şüphesiz, bu harflere mânâ-yı ismiyle bakınca bu anlamlara ucu çıkmıyor. Lâkin; konunun vuzûha kavuşması için kalbime böyle bir pencere açıldı. Hatâ ettiysem lütfen affedin. Kusurlar benden, tevfik Allah’tandır.

Meğerse “Ev makarnası”ın da ne hikmetler, ne hakîkatler gizli imiş. Boşuna bu ev makarnasını sevmiyor muşum! Kerâmet, ev makarnasında mı gizli? Yoksa; bize mânâ-yı harfi ve mânâ-yı ismi’yi Risale-i Nurlar’la ders veren Üstad Bediüzzaman’da mı? Risale-i Nûrlar’ı her daim anlayarak, tefekkür ederek okuyanlar, ondan gerekli dersleri çıkarıp, onları hayatlarına hayat kılanlar, mâsivâya mânâ-yı harfiyle nazar etmenin ufkunu yakalamış, rızâ-i Ìlâhî menziline ulaşmış, dünya ve ahiret saadetlerinin kapılarının anahtarlarına sahip olmuş ve Hakk’ın rızâsına kavuşmuşlardır.

Şüphesiz “Ev makarnası”ndan alınacak dersler bu kadarla da sınırlı değil. Belki binlercedir. Âyet-i Kerîme: “Allah’ın ni‘metini sayacak olsanız, onu sayamazsınız.” İbrâhim, 34. Âyet). Lâkin; nâkıs aklım, dünya sevgisiyle târumar olmuş kalbim, rûhumu esir almış nefsimle ve tabî ki Allah’ın (cc) lütfuyla bu kadarını görebildim. Sizler, eminim ki çok daha fazlasını görebilirsiniz.

Konuya Risale-i Nurlar ile başladık ve tekrar “Risale-i Nurlar”la hitâm-ı misk edelim: “Cenâb-ı Hakk’ın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve O’nun hesabına bakmak lâzımdır. 

Mânâ-yı ismi ile ve esbab (sebepler) hesabına bakmak hatâdır.

Okunma Sayısı: 1535
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan ÇALIŞAN

    3.2.2021 11:29:42

    Çünkü bir kalpte iki sevgi olmaz. diyorsunuz. Bununla alakalı, Resullulah (a.s.m) Hz Ali'ye sırasıyla Allah'ı, Resülü'nü,Fatıma'yı ve çocuklarını sevip sevmediğini sordu.Hz Ali hepsine (r.a) ayrı ayrı Evet cevabını verdi .Peygamberimiz (a.s.m) ya Ali Gönül bir tane,sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl soğuyor? diye sordu. Bu soruya Hz Ali cevap veremedi. Oradan ayrılıp evine gitti. Hz.Fatıma eşini düşünceli görünce sebebini sordu. Fatıma validemiz tebessüm ederek şöyle dedi: Ey Ali babamın yanına git ve bu soruyu şöyle cevaplandır ; ya resulallah insanın sağ, sol ,ön, arka diye yönleri olduğu gibi,kalbin de muhtelif cihetleri vardır. İşte ben, Allah'ı (cc) aklım ve imanımla, sizi ruhum ve imanımla, Fatma'yı nefsimle, çocukları da babalık şefkatimle severim .Hz Ali sevinçle yerinden kalkarak Peygamberimizin yanına gider önceki suali Yukarıdaki gibi cevaplandırdı. Bu sevgiler Allah(cc)adına kalpte bulunabilir.

  • Oğuz Yiğiter

    3.2.2021 08:53:32

    Istılahî şerh sadedinde, bu vadide yapılmış izahlara yeni bir boyut katan, ve orijinal bir bakış açısı sunan güzel bir makale. Tebrikler, dualar...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı