"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kur’ân-ı Kerim’i anlayarak okuma ve dünya sevgisi

Ayhan Yıldırım
02 Şubat 2022, Çarşamba
“(Onlar) Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) üstünde kilitleri mi var”?1

Risâle-i Nurlar’da Kur’ân-ı Kerîm tarif edilirken:”(Kur’ân), insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor, ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor.” 2 deniliyor.

Kur’ân-ı Kerîm bin dörtyüz senedir elimizde. Ümmet-i Muhammed olarak bizler; Kur’ân ile terbiye olduğumuzu, Kur’ân ile nefislerimizi tezkiye ettiğimizi söyleyebiliyor muyuz? Yine, kalplerimizi tasfiye ettiğimizi ve böylelikle de ruhlarımız da inkişaf etti, kemale erdik diyebiliyor muyuz? İslâm ülkeleri terakki edip, ilim ve teknolojide, ekonomi ve kalkınmada dünyanın en önde gelen ülkeleri arasında mı? Akıllarımızı Kur’ân-ı Hakîm’in nûru ile nurlandırıp hayatlarımızda arzu ettiğimiz saadete kavuşabildik mi?

Bu sorulara ‘evet’ cevabı veremeyeceğimizi âlem-i İslâmın hâl-i hazırdaki vaziyetine baktığımızda görebiliyoruz. Çünkü, biz Müslümanlar olarak (istisnalar hariç) genel itibariyle Kur’ân-ı Kerîm’i, ya hiç okumuyoruz. Ya da yukarıda zikredilen faideleri için değil de, okuma sevabını kazanıp, manasını anlamadan okuyoruz. Netice itibariyle; kendimizi terbiye, nefislerimizi tezkiye edemiyoruz. Kalpler de dünya sevgisi ile dopdolu olduğundan İlâhî hakîkatlere karşı kilitlenmiş âdeta. Ruhlar inkişaf etmediği gibi, akıllar da vahiy nuruyla aydınlanmadığından nefsin emrinde yolunu şaşırmış durumda.

Allah Resûlü’nün (asm) ve Ashâb-ı Kirâm’ın (ra) Kur’ân’ı nasıl yaşadıklarını, ne biz okuyup öğrenme ihtiyacı hissediyor ve ne de çocuklarımıza gereği gibi öğretebiliyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine aykırı hareket eden, onun içindeki nasihatlerden ders ve ibret almayan, Allah’a (cc) ve Peygamberimize (asm) değil de, hevâ-i nefslerine itaat eden ebeveynler, muallimler ve yöneticiler, Kur’ân ahlâkıyla yaşayıp, gençlere ve çocuklara canlı örnek olmadıkları sürece, onlara öğretmeğe çalışılan kuru dîni bilgilerin pek de faydası olmadığı zaten görülmektedir.

“Nice Kur’ân okuyucular vardır ki, Kur’ân onlara lânet eder.” 3 Bu hadisin muhtevasına girip girmediğimizi en iyi Allah (cc) bilir. Lâkin; Kur’ân’ı anlayarak okumadığımız ve ahvâlimizi değiştirmediğimiz müddetce ihyâ olamayacağımızı da kabul etmek mecburiyetindeyiz.

Âlem-i İslâmın bu duruma düşmesini aşağıdaki hadîs-i şerif çok güzel bir şekilde izah etmektedir: Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (asm) buyurdular ki: “Dünya sevgisi her çeşit hatanın başıdır.” [Rezin tahriç etmiştir]. 4 Dünya ve mevcudatın güzelliklerinin esma-i İlâhinin onlardaki birer tecelliyatı olduğu Risale-i Nurda şöyle belirtiliyor: “Şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehâsin ve kemâlât, bir Şems-i Sermedînin lemeât-ı cemâl-i esmâsıdır. Masnûdaki kemâlât, tamamen Sânideki kemâlden akan bir feyizdir.” 5

Yağmur damlaları birikir, derelere dönüşür, dereler nehirlere, nehirler de denizlere dökülür. Damlalar birikip dere olunca, artık damla diye bir şey kalmaz, hepsi dere olur. Dereler, ırmaklara karışınca yok olur, ırmak olur. Irmaklar denizlere varınca, artık onlar da kalmaz, hepsi deniz olur. Aynen öyle de; bütün güzellerin güzellikleri, O’nun güzellik denizinden bir damladır. Fâni güzellikleri, Cemâl-i Zülkemâl’in âyineleri olarak görebilen duru vicdanlar, aynalardaki hayâlî ve geçici güzelliklere takılıp kalmaz. Kalben ve rûhen akar gider de Cemâl-i Zülkemâl’in lütuflar denizinde yüzen mukarreblerin aşk gemisine binerek, onlarla beraber maşukuna vuslat yolculuğuna çıkar.

Hakikatte şu kâinattaki muvakkat parlayan mehâsin ve kemâlât, ehl-i şuuru mârifetullah göklerine çıkaran birer basamak, ehl-i irfânı arş-ı kemâlâta yükselten birer merdiven, ehl-i ilmi de hakkalyakînin semalarına yükselten birer asansördür. Cemâl-i Zülkemâl, kâinattaki bütün güzellikleri Zâtî güzelliğine ve kemâline birer perde, birer âyine yapmış. O güzelliklerin arkasında O’nun güzelliğini kalp gözüyle ve hikmetle müşâhede eden O’na âşık olur. O’na âşık olan da, dünyânın bütün güzelliklerini unutur. 

Dünyâdaki bütün güzellikleri esmâ-i Îlâhiye’nin âyineleri olarak görebilenlerin varacakları yer muhabbetullâh deryâlarının ebediyet ufuklarıdır.

Züleyhânın evinde Hz. Yûsuf’u (as) görünce, onun güzelliğine hayrân olan Mısırlı kadınlar, eğer o güzelliğin O Cemîl’i Zülkemâl’den geldiğini bilebilselerdi, Hz. Yûsuf’un (as) güzelliği karşısında ellerindeki meyve bıçaklarıyla önlerine konan meyvelerin yerine, şaşkınlıktan parmaklarını kesmezler, ellerini doğramazlardı. Ona o güzelliği esma-i İlâhiye’siyle bahşeden, güzeller güzeline âşık olur, o ilâhî aşk şarâbının sarhoşluğu ile kendilerini yerlere atar, şükür secdesinde kendilerinden geçerlerdi. Geçerlerdi de, îmân ni’metiyle serfirâz olup feyz-i Îlâhi ile saadet-i dâreyne mazhar olurlardı.

Âlem-i İslâm’ın hâli hazırdaki vaziyeti de geneli itibariyle Mısırlı kadınların durumundan çok da farklı değil. Fâni dünyânın geçici güzelliklerine o kadar kandık, o kadar âşık olduk ki, onları bizlere lütfedeni, ihsân edeni neredeyse unuttuk. Hayatı, sadece dünyâ hayatı zannedip, hevâ-i nefsimizin her arzusunu, kalbimizin bütün isteklerini, rûhumuzun bütün ihtiyaçlarını bu fâni dünyâda tatmin etmeye çalıştık. Ne kadar çok harcarsak, ne kadar çok şeye sahip olursak, o kadar fazla mutlu olacağımızı zannettik. 

İhtiyaçlar arttıkça da bütün mesaimizi, bütün zamanımızı para kazanmaya harcadık. Dünyânın fâni lezzetleri bize kâfi geldiğinden; Kur’ân’ı anlayarak okumaya, Peygamberimizin (asm) ve Sahabe Efendilerimizin (ra) Kur’ân’ı nasıl yaşadıklarını öğrenmeye, ne ihtiyaç hissediyoruz ve ne de zaman ayırabiliyoruz. Fâni dünya bizleri de aldattı da âhireti hepten unuttuk. Mısırlı kadınlar gibi ellerimizi kestik, acısını âhirette duyacağız.

Risale-i Nurlar, Kur’ân-ı Hakîmden ilim, hidayet, hikmet ve ibret derslerini tâlim ederek, hayatını ona göre tanzim etmek isteyen, arzın halifesi ve eşref-i mahlûkat olmayı arzu eden bu asrın insanları için, eşsiz bir rehber, emsalsiz bir kılavuz, hârika bir tefsirdir. Risale-i Nûr’u anlayarak okuyup, onu yaşayanlar ve onda sebatla devam edenler, hem nefsini bilir, hem Rabbini tanır ve sever ve hem de hayatı daha doğru anlayarak vazife-i ubûdiyetlerini yerine getirerek rıza-i İlâhiyi kazanıp, saadet-i dâreyne kavuşabilirler. Rabbimiz bizleri onlardan etsin, inşaallah. Amin.

Dipnotlar:

1- Muhammed (asm), 24. Âyet.

2- Sözler, 25. Söz.

3- Hadis-i Şerif, Mektûbât-ı Rabbâni, 9. Mektup.

4- Hadis-i Şerif, Kütüb-ü Sitte, 5373.

5- Mesnevî-i Nûriye.

Okunma Sayısı: 1312
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı