Tespit edebilme farklı bir yetenektir; hele hakikat, hayat, insan üstüne olursa.
Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde insanı, hayatı öyle vurucu, hakikatbin tespitlerle hem Kur’an’î nazarla ortaya koyar ki, yansımalarını fehmetmek de ayrı bir lezzet.
Hakikat Çekirdekleri’nde geçen 48.vecize tefekkûre vesiledir;
“Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebep olur.“ (Haşiyede 1.Dünya savaşına işaret edilir.)
“Sırp bir neferin Avusturya veliahdine attığı bir tek gülle, eski Harb-i Umumîyi patlattırdı, otuz milyon nüfusun mahvına sebep oldu.”
Bu suikastı diğerlerinden ayıran özellik neydi? Üstad neden yakın tarihimizdeki sıradan bir Sırp milliyetçisini vecizeye özne yapmıştı?
Hassas zaman ve zeminlerde yanlış yapma lüksü olmuyor ki,
1.Dünya Savaşı öncesinde dünya gergin bir zemin üzerindedir; Almanya kara kuvvetleriyle hayli güçlenmiş militarist bir devlet olurken, İngiltere sömürge imparatorluğunu tehdit edebilecek bir güç istemiyordu.
Fransa, maziden gelen adavetiyle Almanlara diş bilerken, Ruslar Doğu Avrupa’da slav nüfusun hamiliğine çoktan soyunmuş; Avusturya-Macaristan yekun Slav halkıyla Almanya’nın kanatları arasındadır.
Zemin gergin; güç paylaşılamıyordu. Hiçbiri; sömürgelerden getirdikleri hammaddeleri, sanayileriyle işleyip tekrar sömürge pazarlarına sürerek halklarından tüketim toplumu oluştururken hasıl olan menfaati, yek diğerine bırakmak istemiyordu.
Tek bir kıvılcıma bakıyordu herşey; Sırp bir milliyetçinin attığı kurşun, otuz milyonun mahvına sebep olaylar zincirini tetikledi. Zaman ve zemin kaos, kargaşa ve fitneye musaitti çünkü.
Suçun şahsiliği ilkesiyle adalet-i mahza gözardı edilerek, Sırbistan’ın işgaliyle netice veren adalet-i izafiye milyonların mahvına sebep oldu. 48. vecize teyakkuzda olmayı ihtar eder muhatabına; Mü’min her hal ve şartta huzur-u halde olmayı unutmamalı der sanki. Tam, katıksız adalet; insanı ve toplumları bilhassa hassas durumlarda kaosun kıvılcımı, öznesi olmaktan koruyan İlâhi bir düstürdur.
Dünya top yekûn iki savaş geçirdi, milyonlarca insanın felaketi, göz yaşı oldu.
Oldu, çünkü Batı dünyasının dayandığı nokta “kuvvet” ki bu tecavüzü doğuruyordu.
Hedefleri menfaatti ki üstünde savaşmayı getirdi. Toplumsal bağlılıkları milliyetçilik olunca, başka milletleri yutmaya kalkarak tecavüz ettiler!
Vecize, mefhum u muhalif cihetinde hikmet-i Kur’aniyeye de işaret eder;
Müminin şe’ni de budur işte; Dayandığı nokta Hak. Hedefi, Allah’ın rızasını almak ve manen üstün olmakken, düstûru ise yardımlaşma, teavündü.
Hem enfusi hem afâki dairede beşeriyete bir ihtardır; izafi bir adalete menfaat ve hiss-i intikam yön verince, neticesi felaketler olurken, sözler kurşun gibi değil, sulhkârâne bağlayıcı olmalı.
“Öyle zaman olur ki...” Öyle zamanlardayız biz de. Dünya aynı kutuplaşmanın eşiğinde! Aynı batıl hedefler; güç dengeleri, yeni bir dünya düzeni ve ekonomik çıkarlar için yıkımlar, savaşlar gerekli. Ukrayna-Rus savaşı insanlığın yeni bir felaketin eşiğinde olabileceğini düşündürüyor. Nükleer savaş tehlikesi, kıtlık, göçler... Yanlış anlaşılmasın; korku ve ye’s değil gayemiz. Zira; “Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz.” dersi alındı inşallah.
Ehl-i iman için en büyük dava, imanla kabre girip girmeme davası... Hariçteki dehşetli gelişmelere nazar-ı dikkat asıl vazifeye fütur verebileceği gibi zihinleri, kalbi de bozar, idlâl eder.
Pencereden ibret nazarıyla bakar, içlerine girmeyiz. Beşerin başına ne gelirse akıl, öfke, şehvet kuvvalarının ifratıyla geliyor.
“Ulusal çıkarlar” diyerek güç ve menfaat şehvetini, ırkçılık kibriyle öfke-intikam hisleri, stratejik akıl diye cerbezi haksızlığı hak göstermeleri beşerin felaketi oldu.
Hadd-i vasat insanlığın selamet düsturudur.