Merhum Süleyman Demirel’in vefatının yedinci yılında kendi tâbiriyle “merhum Menderes’in katledilmesi hicrânıyla siyasete atılışı”ndan sonra yarım asrı aşkın devlet ve siyaset hayatında mâruz kaldığı darbelere, ara dönemlere karşı demokratik direnişine, Başbakan olarak yüzde 4-5 enflasyonla yüzde 7-9 kalkınmayı sağlamasına, Cumhurbaşkanı olarak bugün değeri anlaşılan önemli hizmetlerine, 28 Şubat “postmodern darbe bâdiresi”ne karşı verdiği demokrasi mücadelesine dair ciltler yazılabilir.
En başta Adalet Partisi hükûmetinin istifasının istendiği, “aksi halde Silâhlı Kuvvetlerin parlamentoya el koyacağı ve kapatılacağı” tehdit ve şantajının dayatıldığı 1971’deki 12 Mart muhtırasına karşı başta Nahit Menteşe ve Esat Kıratlıoğlu olmak üzere o dönemde baskılara mâruz kalan bakanlarla en yakın şâhitlerin ifadeleri, Demirel’e mesnedsiz isnadların aksini ispatlar:
Hâdiseleri bizzat yaşamış isimlerin, “Demirel 12 Mart’a şiddetli tepki gösterdi. Bakanlar Kurulunu topladı. ‘Muhtıra’yı ve istifayı asla kabul etmiyordu. Müzâkere edilmesine bile katiyen yanaşmak istemiyordu. Ama bakanlar, arkadaşlar, ‘Hiç olmazsa Parlamentoyu açık tutalım, Parlamentoda mücadelemizi devam ettiririz’ diye istifanın kabulünü istediler. Demirel, uzun süre çok diretti, ama sonuçta arkadaşların önerisine uymak durumunda kaldı” nakilleri bu konudaki gerçeği ortaya koyar.
Dönemin Adalet Bakanı Hasan Dinçer’in ibâreleri yumuşatmasına rağmen, cuntaya muhtırayı “anayasa ve hukuk devleti ile bağdaşmadığı” cevabıyla reddeden Demirel’in nihayette “Hiç olmazsa parlamentoyu açık tutalım, Meclis açık kalsın, mücadelemizi Meclis’te sürdürelim” sözleri, bu süreçteki demokratik direnişi “şapkasını aldı gitti” iftirasının mesnetsizliğini açığa çıkarır.
“BUNLAR KESİN İHTİLÂL YAPACAKLAR!”
Merhum Demirel’in 12 Eylül darbesi ve siyasî yasaklarla mücadelesi, Hamzakoy’a hapsedilişi, “ihtilâl konseyi”nin ancak on bir gün tahammül edip kapattığı Büyük Türkiye Partisi, Zincirbozan hikâyesi, defalarca veto edilen Doğru Yol Partisinin serencâmı, “altı defa gidip yedi defa gelmesi,” Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar gösterdiği demokratik irâde ve çabaları, en azılı siyasi rakiplerinin de teslimiyle ve belgelere kayıtlı.
Önceki hükûmetlerden kalma yoklukları, kuyrukları kaldıran, enflasyonu, petrol kıtlığını, terörü tasfiyede başarılı olan AP azınlık hükûmetine karşı yine komutanların “hükûmeti suçlayan” ve Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yılbaşından sonra 1 Ocak 1980’de açıkladığı “muhtıra-mektup”u “12 Eylül darbesinin işâret fişeği” olarak alan Başbakan Demirel’in aynı gece Bakanlar Kurulunda söyledikleri 12 Eylül’ün arka plânını deşifre eder.
Bakanlara “yeni bir muhtıramız var” diye “muhtıra-mektup”u açıklayan Demirel, toplantıda “Arkadaşlar, görünen o ki bunlar kesin ihtilâl yapacaklar. Bunun karşısında iki şık var; ya istifa ederiz ya da gideceği yere kadar gideriz. Eğer istifa edersek Türkiye tam bir kaosa sürüklenir, berbat olur. Çünkü Ecevit hükûmeti kuramayacak, diğerleri de aralarında anlaşamayacak. Zaten bu kaos onların istediği bir şey, o zaman gayet rahat yönetime el koyacaklar, darbe yapacaklar. Bu arada beni asarlar, ama içinizden de iki üç tane bakanı asarlar. Bu şartlar altında ne yapalım?” diye sormasına mukabil, ittifakla ‘bütün mesuliyeti alarak devam edelim, gidebildiği kadar gitsin” kararı, Demirel ve dâvâ arkadaşlarının ülkenin ve milletin selâmeti uğruna gösterdikleri cansiperâne direnişe bir misaldir.