19 Mart operasyonuyla muhalefet belediyelerini tutuklamayla muhalefeti tasfiye operasyonları sürdürülüyor. Seçilmiş belediye başkanlarının ardından seçilmiş parti yöneticilerinin yerine “kayyım atanması” aşamasına gelinmiş.
Aslında üç ayrı mahkemenin reddedip bir Asliye Hukuk Mahkemesinin savunmayı almadan bir tek davacının iddialarıyla, Anayasaya göre kararları kesin olup Anayasa Mahkemesi’nin dahi müdahale edemediği, “seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapmak ve yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin karara bağlamak”la görevli ve yetkili Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) by pass edilmesi “operasyon”un aslını teşkil ediyor.
Millet iradesini ortadan kaldıran “otoriter rejim”de her alanda tükenen Saray iktidarı, demokratik iradeye tahammülsüzlükle muhalefete baskı, baskın ve operasyon yapıyor.
YOLSUZLUK DÜZENİNİ KAYBETME KORKUSUYLA…
Çarpık olanı, hukukçuların tesbitiyle esasen bir yüksek yargı organı olan “YSK’nın kesinleştirdiği seçim sonuçlarının, iktidarın emrinde bir mahkeme eliyle iptali”ne karşı “iktidar cephesi”nden “yargı kararları”nın hatırlatması.
Daha önce defalarca “yargı kararlarını tanımadığını” tekrarlayan, “yargıyı tâlimatlandırdıkları”nı bildirip, yerel mahkemelere Anayasaya göre “kanun hükmünde” olup iç hukuku bağlayan Türkiye’nin imza attığı “milletlerarası anlaşmalar”ın başında gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile “kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayan” Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararlarını dinlememeleri” “tâlimatı”nı veren Cumhurbaşkanı’nın “Mahkeme kararlarını tanımıyorum demek hukuk devletine kafa tutmaktır” demesi,
Sırf “Seni Cumhurbaşkanı seçtirmeyeceğiz!” dediği için dokuz yıldır hapiste tutulan başta Demirtaş’la Can Atalay davalarında açığa çıkan haliyle AİHM ve AYM’in farklı zamanlarda verdikleri “hak ihlâliyle tahliye kararları”nın uygulanmaması. Ana muhalefetin Anayasayı dışlayan mahkeme kararlarına itirazını eleştiren Bahçeli’nin daha önce “mahkemelerin AYM kararlarını takmamaları” bir yana, yüksek mahkemenin kapatılmasını salık vermesi.
Belli ki yürütmenin yanısıra yasamayı ve yargıyı güdümüne alan “tek kişilik hükûmet”, dibe vuran ekonomiden dış politikaya, eğitimden tarıma her alanda karşı karşıya kaldığı çöküşte halka söyleyeceği sözü kalmamasına karşı muhalefeti susturarak sindirip teslim alma operasyonunda. Yolsuzluk düzenini kaybetme korkusuyla millî irâdeyi yok sayıyor.
Bu maksatla Anayasa ve kanunlara aykırı olarak “tepeden talimatlı” mahkeme kararlarıyla, hukuksuz keyfi oldubittilerle topyekûn siyaseti dizayn peşinde. Yargıyı bir aparat, valileri ve kaymakamları iktidar partisinin birer il ve ilçe başkanı, kolluk kuvvetlerini siyasî projelerinde birer araç-aracı olarak istimal ediyor.
MUHALEFETİ “SARAY’IN UYDUSU” YAPMA OPERASYONLARI
Görünen o ki 17-25 Aralık rüşvet operasyonları” benzeri iktidardakilerin ifşa olan milyarlık yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, kamu malını yandaşlara peşkeş, ihaleye fesat karıştırma iddialarının bir tekinin dahi soruşturulmadığı, haksızlıkların ve hukuksuzlukların katmerleştirildiği, savcıların-hâkimlerin tâlimatlandırıldığı “28 Şubat süreci hukuku ve despotluğu” hükümferma kılınıyor. Bu yüzden yargıya güven sıfırlanmış; “hukukî bir süreç” değil, “siyasî müdahale ve mühendislik” dayatılıyor.
Ve tam bu karambolda hiçbir “büyüme hedefi”nin ve “ekonomik vaad”in tutturulamadığı, büyümede 2028’in 2023’ün altında kaldığı “orta vadeli program”ın açıklanması, millet malı kamu arazilerinin, otoyolların, boğazların satılması haberleri dikkat çekici.
Özetle, Demokrat Parti Genel Başkanı Uysal’ın ifadesiyle “Tüm devlet gücü, havuç/sopa politikaları, medya propagandasına rağmen sandıktan bir daha başarı çıkartamayacağını gören AKP/Erdoğan, artık inanmadıkları (sınırlı) demokrasiyi bile yok etme telaşında!”
Yazık…