Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik macerasına değişik pencerelerden bakmak mümkün.
Bir pencereden bakanlar “AB bizi Müslüman olduğumuz için almıyor, oyalıyor” diyebilir. Başka bir pencereden bakılarak da “AB bizi, kriterlerine uymadığımız için almıyor. Uyalım, üye olalım” demek hakkı bulur.
Nasıl ki Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemeyen Avrupalılar var, benzer şekilde ülkemizin AB’ye üye olmasını istemeyen vatandaşlarımız da vardır. Herkesin kendisine göre haklı yönleri olabilir. Ancak hadiseye “Avrupa ikidir/ Türkiye ikidir” penceresinden bakanlar isabetli ve doğru hareket etmiş olur.
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde düzenlenen “Adalet ve Liyakat” seminerinde konuşan Prof. Dr. İlyas Doğan’ın bu husustaki tesbitleri dikkat çekici. Bir hatırasını da anlatan Prof. Dr. Doğan’ın tesbiti şöyle:
“Avrupalılar bizim gibi değil tarihteki olayları unutmuyorlar. Ama bu olaylara da gömülüp kalmıyorlar. Tarihî geleceği inşa etmek için bir bilgi kaynağı olarak görüyorlar. Avrupa kültürü için bir zirve olan Roma İmparatorluğu’nun kavimler göçü sonrası yıkıldığını hatırlarsak göçün bugün için anlamı da ortaya çıkar. Her ne kadar günümüz Türkiyesinde birkaç milyon göçmenin ne anlama geldiği üzerinde çok düşünmesek de. Avrupa toplumları gerçekten bize karşı tarihten beslenen bazı korkular ve önyargıların etkisindedir. Bu giderilebilir mi tam bir cevabım yok. Buna ışık tutacak diğer bir hatıramı da aktarmak isterim. On on beş sene önce bir seyahatimde çocuklarımla birlikte Viyana’da bir kafede oturduk ve ben onlara atalarımız olan Türklerin buralara fetih için geliş hikâyesini biraz da heyecanla anlatıyordum. İstiyorum ki çocuklarım bizim kültürümüzü, tarihimizi öğrensinler. Komşu masada oturan bir Alman bize yaklaştı ve ‘Türk’sünüz değil mi?’ dedikten sonra ‘Ben buralarda bu hikâyeleri çocuklarına anlatan çok Türk gördüm, siz bu fetih hikâyeleriyle ve ele geçirme yaklaşımından beslenen kafayla, değil AB’ye üyelik, kapısının önünden bile zor geçersiniz’ dedi.
“Buradan da anlıyoruz ki biz AB kapılarına ‘Avrupa, Avrupa, duy sesimizi’ diyerek ve güç gösterisi için gideceksek Avrupa bize bütün kapılarını kapatır. Ama ortak olmaya, medeniyetin güzelliklerini birlikte paylaşmaya gideceksek kapısını da aklını ve kalbini de açabilir. Bana kalırsa Avrupa değerlerini Avrupa Birliği’ne girmeden de almamız lâzım ve alabiliriz. Ve bu değerlerin neredeyse tümü esasen bizim dinimizde ve kültürümüzde de bulunan ortak insanî değerler. Ama bunları madem biz kendi içimizden gelerek istemeyi ve elde etmeyi başaramıyoruz, bize bir dış etken de lâzım demektir. Bu sebeple AB süreci önemli ve değerli. Ama insan haklarını ve adaleti ‘el desin’ diye değil hakikaten gerektiği için tatbik etmeliyiz.” (Yeni Asya, 9 Haziran 2019)
Meselenin özü bu noktada düğümleniyor: Avrupa Birliği’ne Avrupa’yı fethetmek, onları ‘mağlûp’ etmek için üye olmak istemeyeceğiz. Ortak insanî değerler olan hakkı, hukuku ve adaleti daha iyi uygulamak ve yardımlaşmak için üye olmak isteyeceğiz. Adaylık ve yolculuk yürüyüşü güç gösterisi yaparak ve sloganlarla devam ederse Avrupa ürker, korkar. Ama niyetimizin ortak olmak, medeniyetin güzelliklerini birlikte paylaşmak olduğunu Avrupalılara anlatıp ikna edebilirsek onlar da (Prof. Dr. Doğan’ın ifadesiyle) kapısını da aklını ve kalbini de Türkiye’ye, bize açabilir.
Ve “Avrupa değerleri” denilenlerin ekserisinin “bizim de değerlerimiz olduğunu” unutmamalıyız. Adeta bize küsmüşler ve Avrupalılar sahip çıktığı için onların yanına gitmişler. Evet, ‘başkaları desin’ diye değil, bizim için, milletimiz için, insanımız için, hakikaten gerektiği için AB üyeliğini, kurallarını, kriterlerini istemeliyiz vesselâm.