Aksini düşünen çok sayıda kişi ve kuruluş olsa da, Avrupa ülkeleri ile Türkiye’nin ‘dost’ olmasının iki tarafın da menfaatine olduğunu ifade edenler de var.
Mesela, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Baçsözcüsü Peter Stano, “Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacı var, Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacı var. Çünkü birlikte daha güçlüyüz” demiş.
Brüksel’deki AB Komisyonu’nda Türk gazetecilerle bir araya gelen Peter Stano, “akıl için yol bir” anlamına gelecek beyanlarda bulunmuş. Gazetecileri Türkçe selamlayarak Türkiye’yi çok sevdiğini söyleyen Stano, AB’nin Türkiye’nin öneminin farkında olduğunu ifade etmiş.
“İki farklı Avrupa” olduğu gibi bir bakıma “İki farklı Türkiye” de vardır. Nasıl ki ülkemizde bazı idareciler “Türkiye AB üyesi olamaz, AB bizi üye olarak kabul etmez. AB bizi oyalıyor” diyorsa, Avrupa Birliği ülkelerindeki bazı idareciler de “Türkiye AB’ye üye olmasın, Türkiye bize yük olur” şeklinde düşünüyorlar. Hatta, Türkiye’de yaşayanların ekseriyetinin Müslüman oluşunu AB’ye üyelikte engel görenler de vardır.
İşte bu iki farklı dünya görüşü öne geçmek için birbiriyle bir bakıma ‘kavga’ ediyor. Türkiye’nin ve milletin uzun dönemdeki menfaati ise üyelikten yana. Başka türlü “hak, hukuk ve adalet yolu”ndaki zincirlerden ve engellerden kurtulmak kolay görünmüyor.
AB Komisyonu Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Baçsözcüsü Peter Stano, üyelik müzakerelerinin donmuş durumda olmasıyla ilgili olarak da, “Hiçbir yere varamadığımızı görmek benim de yüreğimi acıtıyor çünkü Türkiye sadece kendisi için değil, sadece bölge için değil, AB için de önemli bir ülke” diye konuşmuş. (AA, 10 Haziran 2024)
Gazetecilerin, AB tarafından Türkiye’nin son dönemde “aday ülke”den çok “komşu ülke” muamelesi yapıldığıyla ilgili sorusu üzerine de Stano şöyle demiş: “Türkiye’ye komşu ülke muamelesi yapmakta yanlış bir şey görmüyorum. Yani Türkiye’nin komşusu olmak bir ayrıcalıktır, AB’nin komşusu olmak da bir ayrıcalıktır. Harika ilişkilerimiz olan ve AB’ye girmeyi düşünmeyen ülkeler var. Yani modeller var ve bu bizim işbirliğimizi geliştirmemize engel değil.”
“Bugün yarın AB’ye üye olabiliriz” noktasından “AB üyeliği Kaf Dağının arkasında” noktasına gelmemiz milletin kaybetmesi anlamına gelmedi mi? Sadece ‘vize engeli’nin bile Türkiye’ye faturasının ne ölçüde büyük olduğunu görmek için iş dünyasını dinlemek lazım. Fuarlara ve toplantılara dahi gitmekte zorlukla karşılanan “iş dünyası” ürünlerini AB pazarlarına nasıl ulaştıracak?
Maalesef aldıkları yanlış kararlarla iş dünyasının büyümesine bile engel olan siyasetçilerin ‘kırmızı ve yeşil pasaport’la istedikleri anda Avrupa’ya gitmeleri ayrı bir garabet. Yanlış kararların faturasını ‘kararları alanlar’ ödemediği sürece hataların devam edeceğini söylemek mümkün.
“Sen de kazan, ben de kazanayım” politikası uygulamak neden zor olsun?