Türkiye’yi idare edenler her ne kadar eğitim konusunda arzu edilen noktalara gelinemediğini itiraf etmiş olsa da, bu itirafın gereğinin yerine getirildiğini söylemek kolay değil. Samimî olarak eğitimin iyi ve kaliteli olmasını isteyenlerin, bunun gereğini yerine getirmesi icap etmez mi?
Uzaktan ya da yüz yüze her ne şekilde olursa olsun eğitimin daha kaliteli olması Türkiye’nin âcil ihtiyaçları arasındadır. Dolayısıyla bu hedefe ulaşmak için nelerin yapılması gerektiği iyice konuşulmalı ve bu yönde alınacak kararlar ihmal edilmeden hayata geçirilmeli.
Elbette virüs salgını sonrası yaşanan gelişmeler eğitimi olumsuz yönde etkilemiştir. Ancak meseleyi sadece bu gelişme ile izah etmeye çalışmak doğru değildir. Yani, pandemi yaşanmadan önce de Türkiye’deki eğitim sisteminde ciddî bir sıkıntı yaşanıyordu. Virüs salgını sonrası yüz yüze eğitimin yapılamaması bu yarayı sadece biraz daha derinleştirmiş oldu.
Bazı idareciler her ile bir üniversite açmış olmakla övünüyor. Farzedilsin ki ülkemizde üniversite eğitimi iyi durumda. Peki, ilk, orta ve lise eğitiminde arzu edilen hedeflere ulaşılabilmiş mi? Ayrıca üniversite eğitiminin yeterli olduğunu kim söyleyebilir?
Eğitim konusundaki sıkıntıların aşılması, eğitim idarecileri, veli ve öğretmenlerin belli programlar dahilinde aynı masa etrafında bir araya gelmesiyle mümkün olabilir. Her gün öğrencilerle muhatap olan ve eğitimin yükünü taşıyan öğretmenlere “Bu sıkıntılar nasıl aşılır?” diye sorulmaması ve onların fikirlerinin alınmaması çok garip değil mi? Belki belli sayıda öğretmenden görüş isteniyor, ama bu sayımın çok daha fazla olması icap eder. Şimdiye kadar değişik vesilelerle sohbet ettiğimiz öğretmenlerden, “Bizden görüş istendi ve tekliflerimiz dikkate alındı” diyen bir öğretmene rastladığımızı hatırlamıyoruz. Öğretmenden, veliden ve hatta ‘uzman’lardan bilgi ve görüş almayan bir ‘çark’ iyi işleyebilir mi?
Bir başka nokta da ‘din eğitimi’ noktasındaki zaafdır. Okullardaki din eğitiminin, milletin arzu ettiği seviyede olduğunu söylemek mümkün değil. Tabiî ki buradaki mesele, ders sayısı ya da saatinin çok ya da az olması değildir. Din eğitimi, notla ya da zorla netice veren bir ders değildir. Önemli olan bu dersi sevdirebilmektir. Bunun yolu da öğrencileri ikna edebilmekten geçer. Çocukların Kur’ân okumayı camilerde ve ‘yaz kurslarında’ daha kolay öğrenmesi ve okul derslerinde bu başarının temin edilememesi idarecileri uyandırmalıdır.
Okullardaki eğitimin kalitesinin artması öğrenci, veli ve idarenin kaynaşmasıyla mümkün olur. Bunu elbette idareciler de bilir. O halde bildiklerini yapmalarını istemek hakkımız değil mi?
İlk iş olarak çok geniş bir anket ve kamuoyu araştırması yapılarak vatandaş nezdinde eğitim sisteminin nasıl görüldüğünün tesbiti gerekir. Büyük çoğunluk bu sistemden memnun olmadığına göre çözüm için kim neyi bekliyor? İyi bir eğitim sistemi hepimizin hakkıdır. Birlikte bu maksat için çalışalım vesselâm.