Her kademedeki idareciliğin beraberinde de sorumluluğu vardır. Ne hikmetse idarecilerin çoğu ‘yetki’leri kullanmayı sever, ama ‘sorumluluk’ almak istemez. Kraldan fazla kralcı bazı tarafgirler de, destek oldukları idarecilerin sorumlu tutulmasına itiraz eder.
Oysa idarecilerin hal ve gidişten dolayı sorumluluğu vardır ve bu sorumluluk ciddî bir sorumluluktur. Herkesin bildiği ve meşhur olmuş bir menkıbe vardır. Hz. Ömer’in, yöneticilerin sorumluluğuna dikkat çektiği bu menkıbe, farklı anlatımlar da olsa bilhassa İslâm dünyasında çok tekrar edilir. Bir gün Hz. Ömer binekli olarak hızlı bir şekilde giderken görülmüş. ‘Ey mü’minlerin emiri, nereye gidiyorsun?’ diye sorulunca da ‘Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum’ diye cevap vermiş. ‘(Bunu yapmakla) Senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!’ denilince de ‘Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!’” şeklinde cevap vermiş. Hatta merhum Mehmed Âkif de bu hadiseyi şiirinde şöyle anlatmış: “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, / Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!”
İslâmın adalet anlayışını anlatan bu menkıbe, âdil idareciler için de örnek olmuştur. Buna ne kadar uygun davranılırsa o kadar iyidir. Dolayısıyla idareciler, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları, belediye başkanları ve her kademedeki idareciler yetkileri nispetinde hem Fırat, hem Dicle, hem de meselâ Senoz Vadisi’ndeki haksız uygulamalardan dolayı sorumludurlar.
Peki şimdi ne oluyor? Kraldan fazla kralcı taraftarlar; meselâ “Yani şimdi Senoz Vadisi köylerinin ve yaylalarının yolları bozuksa Ankara’daki cumhurbaşkanının ya da bakanın ne sorumluluğu olacak? Nereden haberi olacak? Gelip de yolları kendi mi açacak? Kabahat memurlarla, bürokraside, kaymakamda ya da muhtardadır” diyorlar.
Sathî bir bakışla doğru gibi görünse de bu bakış açısı tümden yanlıştır, hatalıdır ve insaflı değildir. Elbette bir köy yolunu bakan ya da vali yapmayacaktır, ama doğru işleyen bir sistemde kepçe operatörü işi doğru yapacak ve dolayısıyla bu iyilikten en üstteki idareci de hissesini alacak. Bir grayder operatörü, bir kepçe operatörü ya da bir ilçe kaymakamı, “İşimi doğru yapmazsam ceza alırım, terfi edemem, işimden olurum” diyebilse işler bugünkü gibi çıkmaza girer miydi?
Bu yönüyle bakıldığında Senoz Vadisi köylerinin yolundan da, İzmir otoyolundan da, Keban Barajı’nda varsa bir hatadan da sıralı olarak idareciler sorumludur. Bürokrasiyi çalıştıran idarecinin kararlılığı ve doğru işleyen ‘sistem’ değil mi? Yapanın yanında kâr kaldığı bir sistemde yollar da kötü olur, okullardaki eğitim de.
Kusura bakılmasın, ama bürokrasi ve memurlar ‘en tepedeki idareci’ye bakarak vaziyet alırlar. Kabahat işleyenler, işlerini yapmayanlar ya da kötü işler yapanlar işten el çektirilse hal ve gidiş şimdiki gibi mi olurdu? “Başarısız oldu” diye görevden alınanlar daha üst makamlara geliyorsa sistemde ciddî bir yanlış var demektir. Dünyada değilse de ahirette, “İlâhî adalet” bütün bunların hesabını sorar vesselâm.