Kabul etsek de etmesek de, eğitim sistemini ‘yap-boz’ tahtasına çevirmenin bedelini bütün bir millet olarak ödüyoruz. Devletin en büyük ‘işveren’lerden biri olduğu ve iş için ‘liyakat’tan ziyade ‘diploma’ ve ‘kayırma’nın geçerli olduğu sistemden başka ne beklenebilirdi ki?
Millî Eğitim Bakanlığının, dershaneleri ve etüt merkezlerini kapatma hazırlığı ve kararlılığı ciddî bir tartışma konusu oldu. Siyasetçilerden ekonomistlere, eğitimcilerden sosyologlara kadar hemen herkes bu konuda görüş beyan etme ihtiyacı hissetti, bir bakıma ‘taraf’ oldu.
Belki de, temel problemin ‘sistem’de olduğunu kabul etmemenin faturasını ödüyoruz. Elbette dershaneler de problemli, ama bunlar bir netice. Sebepleri ortadan kaldıracak adımlar atmadıktan sonra ‘sonuçları ve neticeleri’ ortadan kaldırabilir miyiz? Kaldırmaya çalışılsa ne kadar sağlıklı olur? Faydalı olup olmama noktasından hareket edildiğinde belki de ‘okullar’ da tartışılmalı. Mevcut eğitim sistemi çocuklarımızı arzu ettiğimiz şekilde bilgilendiremiyor. II. Meşrûtiyet döneminde iki defa Maarif Nezareti (Millî Eğitim Bakanlığı) görevine getirilen Emrullah Efendi’nin (vefatı, 1914) şaka yollu söylediği “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözü bugün için de geçerli değil midir? O gün okullar için sarf edilen söz, bugün dershaneler için sarf edilmeye başlanmıştır.
Dershaneler zorla açılmadığı gibi, zorla da kapatılamaz. Kanunen kapatılsa bile, eğitim sistemi düzeltilemediği sürece bir şekilde fiilen devam eder. Bütün lise mezunu öğrenciler üniversite mezunu olmaya teşvik edildiği sürece bu ihtiyaç nasıl ortadan kaldırılabilir? “Dershaneler kapatılsın” diyenler bunu kanun çıkararak değil de, eğitim sistemindeki aksaklıkları ortadan kaldırarak fiilen yapabilir.
Nitekim, Güney Kore’de benzer bir tartışma yaşanmış. Dershaneler, sistemin bir parçası haline gelince ülkeyi idare edenler “üniversiteye giriş ölçüleri”nde kısmen değişiklikler yapmışlar. Yani sadece ‘not’lar değil, ölçülebildiği kadarıyla öğrencilerin ‘sosyal sorumluluktan sanata, spordan bilime’ kadar farklılıkları da dikkate alınır hale getirilmiş. Bu karar sonrasında dershaneler de hemen kendilerini düzeltmiş ve o konularda da öğrencilere yardımcı olacak şekilde organize olmuşlar. (Aktaran: İsmet Berkan, Hürriyet, 15 Kasım 2013)
Türkiye’de de benzer bir yol izlenmesi daha uygundur. Meselâ, 40 yıl önce dershaneler eğitim sisteminde bu ölçüde etkili miydi? O gün için ihtiyaç olmayan şey, bu gün için ihtiyaç haline gelmişse; problemin temelinde eğitim sisteminin yanlışları olduğunu görmek lâzım.
Tabiî ki bu tartışmanın bir de kader ciheti var ki onu bizim bilmemiz mümkün değil. Her iki taraf da birbirine bunu sormalı: Ne oldu da tartışma bu noktaya kadar geldi?
Gelin hep beraber dershanelerden önce eğitim sisteminin özünü oluşturan okulları ciddî anlamda bir tartışalım. Bu problemi bertaraf edebilmek için nasıl bir geçiş sistemi uygulanmalı, bunları konuşalım. Dershaneler kapatılmış olsa eğitim sisteminin problemleri sona ermiş olacak mı? Niçin ‘bütün’ü değil de, ‘parça’yı bu kadar tartışıyoruz? “Arzu edilen neticeyi vermiyor” diye kapatılacaksa, en önce okullar kapatılmalı. Çünkü bunca yıldır verilen eğitimden tam anlamıyla memnun olan yok. Düzeltmeye okullardan başlar ve eğitim sistemini bir bütün olarak ıslâh edebilirsek bugünkü tartışmaları da geride bırakmış oluruz.
Herkes kendi tezini savunmak için uygun misaller bulabilir. Nitekim bir bakan, “Ben dershaneye gitmedim, ama iki üniversite bitirdim. Dershane şart değil” derken; bir başkası “Dershane olmasaydı ben belki ‘dağ’da, belki de ‘bağ’daydım. Dersahanesiz olmaz” diyor.
Gelin orta yolda buluşalım: Eğitim sistemi bir bütün olarak düzeltilmeden tek başına dershane ya da okulların kapatılmasıyla Türkiye düzlüğe çıkamaz...