Ülkemizde sağlam işleyen bir adalet sistemi olsaydı muhtemelen bugün yaşanan tartışmalar yaşanmazdı. Seçim, sandık ve buradan çıkan neticeler üzerine Türkiye’de uzun süre tartışmalar yapılmıştır.
‘Tek parti’li ve ‘çok parti’li dönemlerindeki fark bu tartışmaların en belirgin noktalarını oluşturur. Türkiye’de çok partinin katıldığı ilk seçim 21 Temmuz 1946’da yapılan Türkiye milletvekili genel seçimleridir. 5 Haziran 1946’da Milletvekili Seçim Kanunu değiştirilmiş ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa tek dereceli seçim esasına göre seçim gerçekleştirilmiştir. Kayıtlara göre bu seçimde Cumhuriyet Halk Partisi 395, Demokrat Parti 64 ve Bağımsızlar 6 milletvekilliği kazanmış.
Türkiye seçim tarihinde çok farklı neticelere sebep olan bir seçim de 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerdir. Bu seçimin en önemli farkı ‘gizli oy ve açık sayım’dır. Daha önceki seçimlerde ‘açık oy ve gizli sayım’ uygulandığı için o seçimlere ‘seçim’ demek dahi mümkün değildir.
Ülkemiz seçim yapma ve seçim sandıklarından çıkan neticeleri kabullenme noktasında değişik tarihlerde değişik imtihanlar vermiştir. Hangi siyasi partiye mensup olursa olsunlar siyasetçiler, seçim neticelerine saygı gösterilmesini istemişlerdir. Çünkü neticelere saygı gösterilmediğinde seçim anlamını kaybeder.
Türkiye’deki siyasi hayat hakikaten çok çalkantılı bir şekilde ilerliyor. Değişik tarihlerde değişik ittifaklar kurulup bozuluyor. Mesela ‘çözüm süreci’nde bu ittifakların envai çeşidine kamuoyu şahit olmuştu.
31 Mart 2019 seçimleri öncesinde bazı belediye başkanları görevden alınmış ve yerlerine ‘kayyum’ tayin edilmişti. 31 Mart 2019 seçim neticeleri gösterdi ki ‘kayyum’ tayini seçime katılanların fikirlerini değiştirmiyor. Yapılan seçimlerde bir önceki seçim tablosuna benzeyen sonuçlar ortaya çıkmıştı. 19 Ağustos 2019’da alınan benzer bir kararla 3 belediyeye yeniden ‘kayyum’ tayin edildi. Ortada bir problem olduğu görülüyor ama bu problemin ‘kayyum’ tayin edilerek çözülmesine imkan var mı? Daha önce yapılan bu uygulama netice vermediğine göre benzer adımları atmak isabetli olabilir mi?
Mesele elbette çetrefillidir. İşin hem hukuki hem de sosyal ve siyasi sebepleri ve neticeleri vardır. Bu bakımdan aklı selim ile düşünerek iş yapmak doğru olur. Değişik siyasi görüşlere mensup siyasetçi ve hukukçular uygulamanın doğru olmadığına işaret ediyorlar. Elbette bu kararları alkışlayanlar da vardır ama bu alkışlar neticeyi değiştirebilir mi? Maksat var olan problemi çözmek ise yolu bu mudur? Hislerle değil akılla, uzun dönemli düşünerek ve tabii ki adaletle adım atmak gerekir.
Sakin akılla düşünüldüğünde bu tartışma ve adımların Türkiye demokrasisine fayda vermediği görülebilir. Adil bir hukuk sistemi olsa acaba bu tablo ortaya çıkar mıydı? Bazı hukukçular (Ali Aktaş, twitter hesabı, 19 Ağustos 2019) alınan kararla belediye meclisinin de devre dışı kaldığına dikkat çekiyor. Bu bile ‘birisinin hatasıyla başkasını sorumlu tutmak’ anlamına gelmez mi? Belediye başkanların kabahati varsa cezalar sadece onlara ve mahkemelerce verilmesi gerekmiyor muydu?
Her şey bir yana, atılan bu adımla problemlerin çözüleceği düşünülüyor mu? Benzer kararları alıp farklı neticeler beklemek insanın kendisini yanıltması anlamına gelmez mi?
İdareciler, yaşanan probleme doğru teşhis koyup doğru tedavi uygulamadığı müddetçe sıkıntıları aşmak mümkün olmayacak. Ağır aksak yürümeye çalışan demokrasiyi yürütmek ve belki de koşturmak için çalışmak millet menfaati gereğidir vesselam.