Ekonomide yaşanan sıkıntılar milletin gündemini haklı olarak meşgul ediyor, ama ondan çok daha fazla meşgul etmesi gereken başka bir mesele daha var ki onu unutmuş gibi görünüyoruz. Ne oldu da milletimizdeki ‘faiz’ karşı hassasiyet zayıfladı, azaldı ve neredeyse söndü?
Esasında faiz meselesi o kadar önemlidir ki, her gün konuşulsa, millet bu ‘bataklıktan’ uzak tutulmaya çalışılsa yeridir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri bunu şöyle hatırlatır: “Evet, âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya ‘Yasaktır!’ der. ‘Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!’ diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, ‘Girmeyiniz!’ emreder.” (Sözler, s. 373, [yeni tanzim, s. 661])
Toplumdaki tabakalar arasında devam eden ‘kavga’ları sona erdirmenin yolu riba/faiz kapısını kapatmaktan geçtiği halde, Türkiye’yi idare edenler her defasında bu ‘faiz kapısı’nı açmaları ve insanları bu kapıdan geçmeye teşvik etmesi nasıl yorumlanabilir?
Milletimiz haklı olarak faize, faizciliğin kaynağı olan bankalara umumi anlamda uzak durmuştur. Fakat son yıllarda bu hassasiyet maalesef kırıldı ve kırılıyor. Faiz meselesi o kadar yaygınlaştı ki, artık faizsiz adım atılamayacak duruma gelindi. Düşünün ki öğrencilerin eğitimlerini sürdürebilmek için devletten aldıkları borç bile netice itibarıyla faizli olarak geri ödeniyor. Buna ilave olarak ‘faize bulaşma şüphesi’ olan faaliyetler de çok arttı. Hele hele ‘dindar idareciler’in kötü örnek olması sebebiyle faiz karşısındaki hassasiyet iyice sarsıldı. Düşünün ki 30 yıl önce “Faizdir, uzak durun” denilen iş ve işlemler hakkında bugün bir şekilde “fetva” veren ya da o anlama gelecek yorumlar yapan ilahiyatçılar var. Böyle büyük bir vebalin altına nasıl ve niçin girerler, o da ayrı bir mesele.
Türkiye’yi idare edenler bu hususta da milleti yanıltmayı tercih etmiş durumdalar. İsimlerin ve resimlerin değişmesiyle hakikat değişmeyeceği gibi; ‘faiz’e başka isimler vermekle o işlem faiz olmaktan çıkmaz. Bu hususta verilmiş ‘zaruret’ fetvasının da çoğu zaman yanlış yorumlandığı anlaşılıyor. Mesela, bir ev sahibi olmak ihtiyaçtır; ama 3 milyon TL’lik bir ev bu kapsamda değerlendirilebilir mi?
Milleti bilerek ya da bilmeyerek faiz batağına davet edenler bu ağır sorumluluğu nasıl üsteniyorlar? Büyük çoğunluk ehli tahkik olmadığı için ‘dindar idareci’lerin sözlerini dikkate alıyor ve böylece faiz karşısındaki hassasiyet zayıflıyor. Ayrıca, faize karşı politikalar üretme iddiasıyla iktidara gelenlerin dönüp dolaşıp ‘düşük faiz’i teşvik etmeleri büyük bir savrulma değil mi?