Dağların yamaçlarına kar yağdı bugün.
İliklerime kadar üşüdüm. Kaçtığım, koştuğum, ama uzaklaşamadığım boşluk buldu beni. Kaçamadım bu sefer, sobelendim.
Bugün düğün günüm. Şah Şehriyar’la düğünümüz var. Her genç kızın hayatındaki en mutlu günü. Ama benim ölüm günüm olacak. Aldatılmasının acısını bütün kadınları öldürerek çıkarıyor. Kimbilir kaç genç kız evlendiği günün sabahında, Şah Şehriyar’ın kollarında öldü. İşte sıra bende. Keşke kulaklarına ve kalbine aşkın azizliğini haykırabilsem. Aşkın lâhutî baharını her hücresinde estirebilsem... Keşke...
Ben Şehrazat... Şehriyar’ın güçlü görünen naif kalbine öteden beri vurgun olan Şehrazat... Onun aşkını damla damla içine akıtmış, sevdasının imkânsızlığından aşkını içine gömmüş Şehrazat... İşte imkânsız dediğim yollar açıldı. Yürünmez dediğim yollarda, yalın ayağım. Kaderime yürüyorum, ama Şehriyar’ıma aşkımı sunamadan öleceğim belki. Bir çare bulmalıyım. Ölmemek için değil, aşkımın sesini fısıldamak için. Kardeşim kesti önümü koridorda yürürken. Odasına götürdü beni. Güzel kardeşimi, Dünyazat’ı son görüşüm olacak belki de...
- Söyle kardeşim, neden geldik odana?
- Abla, madem evleniyorsun, eğer onu oyalayacak bir şey bulursan, hem kendini, hem de senden sonra öldüreceği kızları da kurtarabilirsin. Benim aklıma bir şey geldi. Ona masal anlat abla. Ama masalın sonunu anlatma, ertesi güne bırak. Belki sonunu öğrenmek için seni öldürmez.
- İyi fikir, tamam deneyeceğim.
Kardeşime diyemedim, ben ona âşık olduğumda ölmüştüm zaten diye... Helâlleştim ve sessizce çıktım. Kardeşimin hıçkırığı geldi kulaklarıma çıkarken. Ama yürüdüm. Bir mutmainlik vardı üzerimde. Çaresizliğe yürüyüş. Boşveriş...
Üzerimde öyle bir hal vardı ki, rahat, sakin, vakur… Her şeyden önemlisi yıllardır içimde ona sakladığım aşkım vardı. Ya bu aşktan haberi olmadan öldürürse... Ya içimin sevgisini duyuramadan ölürsem... İşte yollar bitti, odanın kapısındayım. Vakit kazanmam için masal anlatmak çok güzel bir fikir. Ama nereden, nasıl başlamalı, neler anlatmalı?
Her şey o kadar istemsizce gelişti ki... İçeriye girdim, yatağın kenarına iliştim ve kalbimin kaynayan buhurdanından nefesler indirmeye başladım. Yıllardır kalbimin ağzı sıkı sıkıya bağlıymış da, ilk kez orada onun huzurunda açıyormuşum gibi bir sakinlik vardı ruhumda. Bu heyecanla bir masal dökülmeye başladı dilimden. Ama dilimden değil de çare- sizliğimden dökülüyordu sanki. Şehriyar dikkat kesildi, hal diliyle dinlemeye hazır olduğunu hissettim.
Masalım ilgisini çekti ve sonunu merak etti. Ertesi gün bir tane daha anlattım, ertesi gün bir daha...
Efendim, Şehriyar’ım, sonunda kalbimin sesini duydu. Aşkımın fısıltısını dinledi. Dinlediği her masal, gönlündeki bir düğümü açtı. Her kadının aynı olmadığını anladı. Kalbini iyileştirdi. Günler günleri kovaladı ve bende artık ne derman, ne de anlatacak masal kaldı. 1001 günün sonunda:
- Efendim, dedim. Sözlerim bitti, masallarım tükendi. Artık beni öldürebilirsiniz.
Bunu derken kalbim kuş kalbi gibiydi. İlk günkü korku ve tedirginliğim yoktu. Ama her an cellaâda emir verecek olan o sesi bekledim. Gözlerimi yumdum ve bekledim. Bir yandan da gönlümün nağmelerini duyabildi mi, aşkımı hissedebildi mi keşmekeşinde yuvarlanırken, o, ellerimi tuttu. Yüzüme, gözlerimin içine baktı ve:
- Artık ben sensiz yaşayamam, dedi.