Eğer bir gün bu şehre gidersem ilk gazetemizi ziyaret edeceğim dediğim şehirdeyim, İstanbul’da. Hayat bütün hızıyla akarken kahvemi alıp bir köşede yazıma başlayayım. Klişe olacak, ama Istanbul anlatılmaz, yaşanır. Bu şehirde her gün her saat her an bitmeyen hareketlilik var. İnsan kendini bu hareketliliğin içinde buluyor. Trafik, yollar, taşıtlar, insanlar... Monotonluktan sıkılan bakışlarımızı gökyüzüne çeviriyoruz. Uçaklar iniyor bir bir... Kimbilir saatte kaç uçak İstanbul semalarında uçuyor? Sonra bir martı gözümüze çarpıyor. Kanat çırpıyor gökyüzüne; hürce, ihtişamla ve asil... Martıyı hayretle seyrediyorum. Allah-u Ekber! Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün âlimleri bile âciz bırakan Allah Teâlâ’yı tesbîh ederim.
Boğazda denize bakıyoruz, masmavi sular, “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” diyerek dalgalanıyor. Gemiler süzülüyor aheste. Bakıp bakıp dalıyoruz Allah’ın hikmetine. Peygamber Efendimiz (asm)’in “Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” hadis-i şerîfine konu olan şehir nasıl iyi gelmez insana! Eyüp Sultan Hazretleri, boğaz havası, Kız Kulesi, Çamlıca tepesi... İstanbul içinde nasıl Kız Kulesi biricikse bizlerde biriciğiz bu hayatta. Ya Ferd ismi kulağıma yankılanıyor lâtifce. Hakikatler aklıma geliyor; “Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lambamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir’ der Allah’a şükreder. (Sözler). Elhamdulillah kâinat zerreleri adedince.
“Madem her yer misafirhanedir; eğer Misafirhane Sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar” söyleyen Bediüzzaman’a kulak verelim. Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir. İşte Kur’ân şâkirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak, bizleri onlardan eylesin, Âmin. (Sözler)
Selâm ve duâ ile.