Vaktiyle, memleketin birinde, oduncunun biri ormanda ağaç keserken, yanına bir adam yaklaşır ve oduncu baltayı salladıkça bu aylak adam “hınk” der.
Akşama kadar oduncunun yanında hınk diyen adam akşam olunca oduncudan yevmiyesini ister. Oduncu parayı vermeyince iş kadıya intikal eder.
Tarafları dinleyip “hınkçı alacaklıdır” hükmünü açıklayan kadı, oduncudan cebindeki akçe kesesini çıkarmasını ve içindekileri önündeki rahleye dökmesini ister.
Oduncunun itirazı fayda etmez ve denileni yapar. Rahledeki akçelere hamle yapan aylak adama kadı mâni olur ve şöyle der: Efendi, taş kesil. Akşama kadar hınk diyen adama, yevmiye olarak, aha da şu akçelerin şıngırtısı kâfidir.
Başkasının salladığı baltaya hınk diyenin adamın kıssasını okudunuz. Sıra başkasının oynattığı kaleme hınk diyenlerin kıssasında:
Prof. Dr. Recai Çoşkun; içeriği ve kaynakçası tamamen uydurma olan bir makale kaleme aldı ve bilinen bir akademik dergiye gönderdi.
“Sözde” hakemli dergi, Coşkun’un bu makalesini “denetlemiş gibi yaptı” yayımlamaya uygun buldu.
Milattan önce üçbin yılında yazılan kitaptan tutun da henüz yayımlanmamış, yayım aşamasında olan kitaplara dahi atıf yapılan makaledeki kaynakça kısmından iki örnek verelim:
“Hitler, A. (1945) Ben senin için mi kavga ettim yahut kurt köpeğinin tanıklıkları, Gamalı Haç Yayıncılık.”
“Oğuz K. (m.ö. 3000) Demir dağları delerken: Ötüken yolu yokuştur, Altıntuğ Yayıncılık”
Evet, görüleceği üzere Prof. Coşkun –sözde- hakemli bir akademik dergiyle böyle dalga geçti ve tuzağa düşürdü. Üstelik Coşkun, makalesinin sonunda kendisinden 27 yıl önce aynı şeyi yapan Fizikçi Alan Sokal’dan bahsetmiş, uyduruk bilimsel yayınları eleştirmiş.
Bu makaleyi okumadan yayımlayan dergi, Allah’tan, Fizikçi Sokal’ın sahte makalesine “hayır bu uydurma değil” diyen dergi gibi bir savunma yapmadı.
Bir akademisyen için makalelerinin hakemli dergilerde yayımlanma sayısı oldukça mühim. Çünkü bilimsel yayınlar; akademik kariyeri, maaşla birlikte ödenen akademik teşvik ödeneğinin miktarını ve kadro imkânını doğrudan etkiliyor.
Bu sebeple piyasada son yıllarda “ne idüğü belirsiz” hakemli akademik dergiler türedi. Rivayet o ki bu dergiler makalesini yayımladığı akademisyenlere telif ücreti ödemeyi bırakın, makaleyi yayımlamak için makale sahibinden üste para alıyorlar.
Bu haberi okuduğumuz günlerde, ofisimizin yakınında bulunan ve tabelasında “tez basım merkezi” yazan bir kırtasiyede şöyle bir olaya şahit olduk.
Bir doktora öğrencisi, tez bastırmak ve yazdığı tezi redakte ettirmek için kırtasiye sahibine ücret sordu ve ekledi: “Yazma desteği de veriyor musunuz?”
Biz bu “yazma desteği” nedir diye merak ettik, sorduk ve o vesileyle öğrendik ki:
Kırtasiye “bazı hocalar”la anlaşma yapmış. Tez yazımı desteği için makul(!) ücreti ödeyen öğrencinin ismi ve şahsî bilgileri taslaktan çıkarılıp “anlaşmalı akademisyene” gönderiliyormuş. Burası mühim; hocalar kendisinin ya da tanıdığı bir hocanın öğrencisi çıkabilir diye tez sahibinin şahsi bilgilerinin tezden özellikle çıkarılmasını istiyorlarmış.
Nihayetinde para karşılığında tezine son şeklini “verdiren” öğrenci, aslında başkasının yazdığı tezin altına imza atıp akademik unvana sahip oluyormuş.
Evet, bu örnekler gösteriyor ki Türkiyedeki akademisyenlerin bazıları, başkalarının oynattığı kaleme hınk deyip, pâye alıyorlar.
Buradan YÖK’e sesleniyoruz: Akçe şıngırtısını ne zaman dinleteceksiniz?