Ünlü bir avukat olan Can Tezcan, bankacı bir arkadaşını savunduğu davayı kaybedince oldukça sinirlenir ve ortaya çılgınca bir fikir atar: Yargıyı özelleştirmek!
Bu çılgın fikrin üzerinde kafa yorduğu günlerde Can Tezcan’ın yolu müteaahit Temel Diker’le kesişir. İstanbulluların “Niyorklu Temel” olarak bildiği müteahhitin tek bir hayali vardır: İstanbul’u Newyork’a dönüştürmek.
Cihangir’de yan yana dizili onaltı gökdelenden ve tam karşısına dikilecek bir özgürlük anıtı reprosundan oluşacak bu projenin önünde tek bir engel vardır: Bahçe içinde, küçük, müstakil bir ev…
Evin sahibini yerinden edemeyen Temel Diker, ev sahibine karşı açtığı davaları da birer birer kaybetmektedir. Bunun üzerine avukat Can Tezcan’la müteaahit Niyorklu Temel güçlerini birleştirir ve yargıyı özelleştirmek için çalışmalara başlarlar.
İlk iş insanları bu değişimin faydalı olacağına inandırmaktır. Medyayla anlaşma yapan ikili kısa sürede bu konuyu ülkenin gündemi haline getirir.
İşte tam burada Başbakan devreye girer ve Can Tezcanla Başbakan arasında gizli bir pazarlık yapılır.
Anlaşma şöyledir: Mahkeme sayısı azaltılacak ve dava açmak pahalı hale getirilecek. Başbakana gönülden bağlı hâkim ve savcılar görevlerinde kalmaya devam edecek. Başbakan’a ve avanesine Temel Diker’in gökdelenlerinden pay verilecek. Avukat Can Tezcan’ın bankacı arkadaşı hapisten çıkarılacak. Boşaltılan adliyelerin yerine Niyorklu Temel tarafından yeni gökdelenler dikilecek.
Davacıların “müşteri”, hâkim ve savcıların ise birer “tezgâhtar” olduğu bu yeni düzende “yargı işleri özelleştirme ihalesini rakipsiz kazanan Avukat Can Tezcan yargının başına geçer. Fakat işler umduğu gibi gitmez.
Yargı özelleştirilmesine ve Başbakanla avaneleri gökdelenlerden paylarını almalarına rağmen Başbakan yargıdan elini çekmez. Bilakis daha çok müdahil olmaya başlar. Trajikomik bu hikâyenin sonunda, yargının tepesindeki Can Tezcan, eski suç ortaklarının talimatıyla yargı tarafından aranılan bir suçlu haline getirilir ve yurtdışına kaçmak zorunda kalır.
Bahsini ettiğimiz hikâye Tahsin Yücel’in “Gökdelen” isimli romanında geçer. Yücel’in kitabındaki ütopik kurgu size bir yerlerden tanıdık gelebilir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya gönderdiği bir dilekçe geçtiğimiz hafta basına yansıdı.
Başsavcı Uçar HSK’ya gönderdiği yazıda özetle diyor ki: İstanbul Anadolu Adliyesindeki bazı hâkim ve savcılar para karşılığında usulsüz tahliye kararları verip, suçluları salıveriyorlar. Aleyhinde haber yapılan kimseler de rüşvet vererek bu haberlere anında erişim engeli getiriyor.
Bunları yazan kişi o adliyenin idari amiri durumunda bulunan bir Başsavcı. Doğruysa, adaletin açık arttırmayla tesis edildiği, rüşvet borsasının bütün adliyelere yayıldığı ve hukukun bir rüşvet tarifesi üzerinden “yürütüldüğü” bu düzen Tahsin Yücel’in kitabından daha çarpıcı…
Uçar’ın dilekçesindeki şu ifadeler –haberler doğru ise- dikkat çekici: “Azalan hâkim-savcı sayısını ihtiyaca binaen hızla arttırma yoluna gidilince yargı mensuplarındaki nitelik ister istemez irtifa kaybetti. Halkta yargıya karşı güvensizlik oluşmaya başladı. ... bu süreçte görev alan kimi yargı mensupları devletten alacağı varmış gibi her türlü kirli işi yapmayı kendinde hak görmeye başladı.”
Uçar, ihbarının gereğinin yapılması ve yargıdaki kanserli hücrelerin kesilip atılması gerektiğini söylüyor.
Hukukçuların, siyasetçilerin, müteahhitlerin ve basının suç ortağı olduğu “Gökdelen” romanında fatura Avukat Can Tezcan’a kesilmişti. Öyle görünüyor ki bu meselede de fatura bazı hâkim ve savcılara kesilecek.
Peki ya gökdelenlerin ortakları???