İslâm’ın altın çağını teşkil eden “Asr-ı Saadet”; Peygamber Efendimizi (asm) yaşadığı zaman ile ilk dört halife dönemi, adalet, meşveret, hak ve hürriyetlerin hayata kâmil manada uygulandığı, dünya tarihinde eşi ve benzeri bulunmayan müstesna bir dönemdir.
O zamanlarda hak arama kanalları sonuna kadar açık olmuş, vatandaşlar hiçbir baskı altında kalmadan fikir ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmiş, yöneticileri medenice ikaz etmekten çekinmemişlerdir.
Sahabeler, Hz. Peygamberin (asm) bir kısım uygulamaları meselesinde, “Ya Resulallah! Bu yaptığınız vahiy neticesi midir? Yoksa sizin şahsî tercihiniz sonucu mudur?” diye sorarlardı. Vahiy ile olmuşsa ona teslim olurlar. Değilse o işte kendi görüşlerini söylerlerdi. Efendimiz de (asm) onlarla istişare ederek ortak karar alırdı.
Efendimiz (asm), Bedir Savaşı başlamadan önce ordusunu harbe elverişli olmayan bir yerde konuşlandırmıştı. Genç sahabelerden Hubab bin Münzir (ra), “Ya Resulallah! Burası Allah’ın size emrettiği bir yer midir? Yoksa sizin şahsî tercihinizle karar verdiğiniz bir yer midir?” diye sordu.
“Şahsî görüşümle burayı seçtim” deyince Hubab, “Ya Resulallah! Burası karargâh kurmak için uygun bir yer değildir. Bedir Kuyusu’nun yanında karargâh kurmak daha uygun olur.” deyince Efendimiz (asm), “Senin görüşün daha muvafıktır. Oraya gidelim.” buyurarak gidip orada karargâhı kurmuştur. 1
Hendek Savaşı’nda zor durumda kalan Peygamber Efendimiz (asm), müşrik cephede bulunan kuvvetli bir birliğe, savaşı bırakıp yurtlarına dönmeleri karşılığında Medine yıllık hurma mahsulünün üçte birini vermeyi teklif edince, Ensar’dan Sa’d bin Muaz, “Ya Resulullah! Bu kararı vahiyle mi aldınız? Yoksa içtihadınızla mı?” diye sormuş. Efendimiz, “İçtihadımla” deyince Hz. Sa’d, “ Ya Resulallah! Bunlara bu şekilde hurma vermek yakışık olmaz. Bunlar daha önce alış veriş ve ziyaret haricinde bizden bir tane hurma almayı ummamışlardır. Allah, bunlarla aramızda hükmünü verinceye kadar sizin arkanızda, kanımızın son damlasına kadar savaşmaya hazırız.” deyince Efendimiz düşman heyete, ”Kalkıp gidiniz. Size hurma vermiyoruz.” 2 buyurmuştur.
Halife Hz. Ömer (ra), bir dönemde kız babalarının yüksek mehir talepleri karşısında evlilikler azalınca topluluğa karşı yaptığı bir konuşmada, (400 Dirhem gümüşten) fazla mehir talep edilmesini yasakladığını ilân etmiştir. Konuşması sonunda bir kadın dinleyici ona yaklaşarak, “Ey Halife! Bizim hakkımızı niçin gasp ediyorsun? Allah Kur’ân’da “Yükler dolusu mehir vermiş olsanız bile onu geri almayın” 3 buyuruyor. Sen bunu duymadın mı?“ deyince Hz. Ömer, “Allahım! Beni bağışla! Herkes Ömer’den daha bilgili. Ey İnsanlar! Az önceki kararımdan vazgeçiyorum. Kızlarınızı evlendirmede fazla mehir isteyebilirsiniz.” 4 buyurmuştur.
Üstad Bediüzzaman, tahkik etmeden, araştırmadan her söylenen söze inanılmaması gerektiğini, söz ve hareketlerin Kur’ân ve Sünnet ölçülerine uyup uymadığının araştırılmasını, doğru çıktı ise kabul edilmesi gerektiğini ikaz etmiştir. 5
Son söz: Günümüzde ne yazık Müslümanların çoğu, cehalet ve korku gibi sebeplerden hak ve hürriyetlerini aramamaktadırlar. Önemli bir kesim idarecilerin her dediğini gözü kapalı bir şekilde kabul edip savunmaktadırlar.