EDİNE—Medine İslâmın ikinci mukaddes şehri, güven ve huzur şehri. Rabbimizin en sevgili kulu olan Resulullah’ın (asm) burada yatıyor olması, Kur’ân’ın çoğunun burada nâzil olması, Uhud ve Hendek gibi mühim savaşların burada cereyan etmesi, Cennetü’l-Bâkî Mezarlığı’nda başta Hz. Osman (ra), Hz. Fatıma (ra), Hz. Hasan (ra) olmak üzere yaklaşık on bin sahabinin mezarının olması, Medine’yi farklı ve mukaddes kılan özelliklerdendir.
Bir umre organizasyonunda din ve irşad görevlisi olarak buraya geleli bir ayı buldu. Türkiye’den gelen umrecilere Medine’deki kudsî mekânları tanıtım ziyaretleri yaptırıyoruz. Mescid-i Nebevî’de mescidi anlatırken Resûlullah’ın (asm) sizin çok yakınınızda olduğunu bilmeniz ve hissetmeniz çok farklı bir duygu. Adeta Resûlullah’ın (asm) sizi izlediğini hissediyorsunuz. Mescid-i Nebevî’de namaz kılarken ve avlusunda yürürken, Cebrail’in (as) buralara inip Resûlullah’a (asm) vahiy getirdiği yerde bulunduğunuzu hissediyor ve tarifi imkânsız bir heyecan hissediyorsunuz. Resûlullah’ın (asm) mezarının bir kaç metre yakınından geçerken ve onu selâmlarken sizi işittiğini ve selâmınızı aldığını duyar gibi olursunuz. Resûlullah (asm) bir hadisinde “Vefatımdan sonra beni ziyaret eden, hayattayken ziyaret etmiş gibidir”; başka bir hadisinde “Vefatımdan sonra bana selâm verdiğinizde, selâmınızı işitir ve ona cevap veririm” buyurur. Bir de kendinizi Rabbimizin en büyük ve en sevgili kulu ve Resûlü (asm), gelmiş geçmiş dünya tarihinin tartışmasız en büyük insanının yanında bulunduğunuzu düşünürsüz. Onun bir arkasında, peygamberler hariç insanların en hayırlısı olan Hz. Ebû Bekir (ra), onun da bir arkasında Resûlullah’ın (asm) “Benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı, bu Ömer olurdu” dediği Hz. Ömer (ra) yatmaktadır. Onlara da ayrı ayrı selâm verirken heyecanlanıyorsunuz.
MESCİD-İ NEBEVÎ
Hicretin ilk yılında (622) Efendimiz (asm) ve Sahabeler tarafından, Peygamberimizin (asm) devesinin çöktüğü yerde inşa edilen büyük mescittir. İlk olarak sekiz yüz altmış dört metrekare üzerinde inşa edilen mescid, daha sonra değişik zamanlarda ve değişik hükümdarlar tarafından genişletilmiştir. Şimdiki şekli ise, daha önceki Suud Kralı Fahd tarafından 1995 yılında yaptırılan çalışmalarla, 85.000 m² ilâve yapılarak 100.000 m²’lik bir alana ulaşmıştır. Mescitte 41 adet kapı, 2540 pencere, 10.520 adet sütun, 10 adet minare bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlılar döneminde yapılanlarla birlikte, önceki dönemden kalma Kabr-i Saadet bölümü başta olmak üzere mihraplar, minber, müezzin mahfili de aynen korunmuştur. Mescitte, avlu dahil aynı anda 750.000 kişi namaz kılabilmektedir. Bu sayı bazen 1.000.000 kişiyi bulmaktadır. İlâvelerin altında iki katlı geniş bir oto park bulunmaktadır.
Efendimiz (asm) bir hadisinde, “Benim mescidimde kılınan namaza bin kat sevap verilir... Mescid-i Haram’da kılınan namaza da yüz bin kat sevap verilir... Mescid-i Aksa’da kılınan namaza beş yüz kat sevap verilir” buyurur. Onun için her iki mescid tıklım tıklım doludur.
BÂKÎ MEZARLIĞI
Mescid-i Nebevî’nin çok yakınında, başta Hz. Osman (ra), Hz. Hasan (ra), Hz. Aişe (ra), Cafer-i Sadık (ra) ve İmam Malik gibi meşhur şahiyetler olmak üzere on bine yakın sahabinin medfun bulunduğu Cennetü’l-Baki vardır. Orayı ziyaret edip oradakilere Fatiha okurken farklı, manevî bir âleme, bir cennet bahçesine girdiğinizi sanırsınız. Özellikle meleklerin bile kendisinden haya ettiği Hz. Osman’ın (ra) mezarı başında ona Fatiha okurken, onun Kur’ân okurken şehit edilişini hayal edersiniz.
UHUD DAĞI VE OKÇULAR TEPESİ
Hz. Peygamber (asm), bir savaş seferinden dönerken Uhut Dağını görünce “Uhut bizi sever, biz de onu severiz” dediği Uhut Dağı önündeki ovada, Uhut Savaşı cereyan etmişti. Orayı ziyaret ederken İslâm Tarihinde teferruatıyla anlatılan bu savaşın safhalarını heyecanla hatırlarsınız. Okçular tepesinde Efendimiz (asm) tarafından yerleştirilen okçuların, talimata aykırı olarak yerlerini terk edip savaşın aleyhte sonuçlanmasına yol açmalarını, başta Hz. Hamza (ra) olmak üzere yetmiş güzide sahabinin orada şehit edilişini, Resûl-i Ekrem’in (asm) yaralanarak dağın eteğine bir kısım sahabileriyle sığınışını, Ka’b bin Malik’in (ra) Efendimizin (asm) yanağına batan zırh halkasını dişleriyle çıkarırken dişlerinin kırılışını, Medine Kur’ân Muallimi Mus’ab bin Umeyir’in (ra) Efendimizin (asm) sancağını tutan kolunun kopmasıyla sancağı diğer eline alması, o kolunun da kopmasıyla sancağın, onun sûretinde bir melek tarafından tutulmasını hatırlarsınız.
HENDEK SAVAŞI VE YEDİ MESCİTLER
Yedi mescit bölgesinde Hz. Peygamber (asm) ve sahabiler tarafından, savunma için üç km uzunluğunda bir hendek kazılarak üç bin kişilik İslâm ordusunun hendeğin gerisinde mevzilenişini, Hendek Savaşı’nın safhalarını ve on bin kişilik müşrik ordusu karşısında Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla savaşın Müslümanlar lehine sonuçlanmasını düşünürsünüz.
MESCİDÜ’L-KIBLETEYN (İKİ KIBLELİ MESCİD)
Hz. Âdem’den (as) Peygamber Efendimizin (asm) Mi’racına kadar Müslümanların kıblesi Kâbe idi. Mi’rac’da kıble Beytü’l-Makdis’e çevrildi. Hicretin ilk iki yılına kadar Müslümanlar Kudüs Mescidi’ne yönelerek namaz kılarlardı. Yahudiler Medine’de “Muhammed hem bizim dinimize inanmıyor, hem de bizim kıblemize yönelerek namaz kılıyor; bu ne iştir?” diyerek dedikodu yapıyorlardı. Yahudilerin bu sözleri Resûl-i Ekrem’i (asm) rahatsız ediyordu. Efendimiz (asm) kıblenin Kâbe’ye çevrilmesini istiyordu. Hatta Cebrail’e (as) bu mevzuyu açmış, Cebrail de (as) “Ben emir kuluyum, bunu Rabbinden iste” demişti. Namaza durmadan önce Efendimiz (asm) mübarek simasını göğe çevirirdi. Hicretin on altıncı ayında, Seleme oğulları yurdunda bir öğle veya ikindi namazı farzının üçüncü rekâtındayken, Bakara 144. âyet nazil oldu. Rabbimiz o âyette şöyle buyurur: “Biz kıblenin değişmesini talep ederek yüzünü semaya çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni razı olacağın kıbleye (Kâbe’ye) çevireceğiz. Artık yüzünü hemen Mescid-i Haram’a çevir. Ey iman edenler! Siz de nerede olursanız yüzlerinizi ona çevrin” buyrulur. Efendimiz (asm) namazı bozmadan cemaatle birlikte yönünü Kâbe’ye çevirdi. Bu olayın anısına oraya daha sonra mescid yapıldı ve adına Mescidü’l-Kıbleteyn adı verildi.
KUBA MESCİDİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), hicret ederken Medinelilerin onu sevgi ve coşku ile karşıladıkları Kuba bölgesinde on dört gün konaklamış, burada İslâmın ilk mescidini yaparak, namazlarını ilk defa cemaatle kılmaya başlamıştır. Kur’ân’da bu mescitle ile ilgili olarak şöyle buyrulur: “Habibim! İlk günde takva üzerinde yapılan mescitte namaz kılman, senin için daha uygundur. O mescitte maddî–manevî temizlenmeyi seven kimseler vardır...” (Tevbe 108.)
Efendimiz (asm), sonraları bu mescidi ziyaret eder, Müslümanların burada namaz kılmalarını şu hadisiyle teşvik ederdi: “Kim güzelce abdest alıp Kuba mescidine gider ve orada iki rekât namaz kılarsa, bir umre yapmış gibi sevap alır.”
Medine, Resûl-i Ekrem’in (asm) aziz hatıralarını içinde barındırmasından dolayı, mescitleriyle, taşıyla toprağıyla, mübarek bir şehirdir. Buraya Allah için ziyarete gelen, buradan ayrılmak istemez. Belli bir süre daha buradayız...
Medine’den Türkiyeye kucak dolusu selâmlar...