Makalemizin başlığını teşkil eden cümle, Risale-i Nur Külliyatı'nın Hutbe-i Şamiye adlı eserinde şöyle geçmektedir:
“Bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefahetten gelen tiryakiliğin inadı karşısında, Cenab-ı Hakk’ı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek; ondan belki yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da “Cenab-ı Hak Gafuru’r-Rahîm’dir; hem Cehennem pek uzaktır” der, sefahetine devam edebilir; kalbi, ruhu hissiyatına mağlûp olur.”1
Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve Cehennem gibi dehşetli bir azabı bilen biri, nasıl oluyor da sefahete devam edebiliyor? Hem sefahette tiryaki hâline gelebiliyor? Hem nasıl oluyor da sefahetin tiryakiliği karşısında inat edebiliyor? İnsan düşündükçe tüyleri ürperiyor.
İnsandaki bu dehşetli hâleti intac eden sebepleri tadad edecek olursak, başta zaman ve zamanın dehşeti insanın aklına geliyor.
Zaman ve zamanın dehşeti anlaşıldığı takdirde, sefahatteki tiryakiliğin inadı, tam manasıyla anlaşılacağı kanaatindeyiz.
Evvelâ: Zaman itibariyle Hz. Âdem’den kıyamete kadar gelmeyen dehşetli bir zaman diliminde yaşıyoruz. Peki dehşeti nereden kaynaklanıyor?
Peygamberimiz (asm), “Hz. Âdem’in yaratılışından kıyamete kadar Deccal’dan daha büyük bir hâdise, bir fitne yoktur.”2 “Deccalın şerri şeytandan daha etkilidir.”3 buyurarak, dehşetin büyüklüğüne dikkatimizi çekmiştir.
Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşemde, Üstad Bediüzzaman Hazretlerine sualler tevcih ediyorlar: “…Onlardan bir zât dedi ki: “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!”4
Demek ki zamanımızda felâketi ve helâketi intac eden hâllerin yaşanacağının işaretleri veriliyor. Ne yazık ki, farkında değiliz!
Sâniyen: Zamanın dehşeti itibariyle de dehşetin en şiddetli bir dilimini yaşıyoruz. “Rivayette var ki: ‘Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.’ Allahu a’lem bissavab, bunun bir te’vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâp ederler.”5
İnsanların ekserisi, nefs-i emmâresine tâbi olarak yaşayan bir toplum hâline gelmiş.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1945-1950’de telif etmiş olduğu bir mektupta: “Elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmâreye tâbi”6 olan bir nesl-i âtinin biçareler kısmını, dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktan bahsediyor.
Sâlisen: Zamanımızdaki sosyal hayat öyle dehşetli ve cazibeli hâl almış ki, insanlar bilerek ve severek fitne ateşlerine giriyorlar. Bediüzzaman, “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler…”7 mealindeki ayeti, “bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslam’a da bilerek, severek tercih ettirdi.” yorumlayarak, içinde bulunulan şartların vehametini anlatır.
İlgili mektuplarda geçen ifadeler şöyle: “Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği hâlde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş…
Dipnotlar:
1-Hutbe-i Şamiye, Mukaddime.
2-Müslim, Fiten, 126.
3-Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.
4-Sünûhat risalesi.
5-Şualar, 5. Şuâ, 6. Mesele.
6-Emirdağ Lâhikası - I, Mektup No: 7
7-İbrahim Suresi 3.