Resmî ideolojinin 15-20 Temmuz sayesinde hortlatılan tek adam rejimiyle yeniden pekiştirildiği bir ortamda, tam da cumhuriyetinin 100. yıldönümünün ardından, 10 Kasım arefesinde patlak veren yargı krizi ve skandalı, hukuktaki siyasîleşmenin yüksek yargı organlarını da birbirine düşürdüğünü bütün dehşetiyle ortaya koydu.
YSK’nın aday olup seçilmesinde sakınca görmediği Can Atalay’ın, milletvekili seçilmesinin üzerinden aylar geçmesine rağmen hâlâ içeride tutuluyor olması, bu rejimin ürettiği garabetlerden biriydi. AYM’nin Atalay’a reva görülen bu muamele için verdiği “Kişi güvenliği ve özgürlüğü ile seçilme hakkı ihlal edildi” kararı, bu duruma son verme fırsatı sundu.
Skandallar zinciri de ondan sonra başladı.
Önce, Atalay’ı mahkûm etmiş olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı, hiç gecikmeden AYM kararının gereğini yapmak yerine, dosyayı 6 gün beklettikten sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi.
Üstelik eski tarihle ve tek imzayla!
3. Ceza Dairesi de AYM’ye posta koyup kararda imzası olan üyelerine suç duyurusunda bulunan ve yargı tarihimizde benzeri görülmemiş bir karara imza attı. Anayasanın “AYM kararları herkesi bağlar” hükmüne rağmen...
Hukuk ve siyaset çevrelerinin “skandal ve darbe girişimi” olarak nitelediği bu karara, “Yazık, çok yazık. Yargı çatışma değil, çözüm yeridir” diyen AKP önde gelenleri dahil, her kesimden yoğun tepki var. “Karar geri alınsın” deniliyor, 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında suç duyuruları yapılıyor, Yargıtay Yüksek Disiplin Kurulunun bu üyelere görevden el çektirmesi isteniyor, aynı üyeler ve Yargıtay Başkanı istifaya davet ediliyor...
Bu skandala, yegâne görevleri tek adam rejimine de, ürettiği bilumum hukuksuzluklara da “kılıf” uydurmak olan ve bu kararı da “millî yargı” diye savunma pişkinliğini sergileyen Saray danışmanlarından başka destek veren yok.
AYM üyeleri hakkında yapılan suç duyurusuyla ilgili olarak da “Atalay için verilen ihlal kararı 5’e karşı 9 üyenin oyu ile kabul edildi; Yüce Divan olarak o 9 üyeyi diğer 5 üye mi yargılayacak?” diye soruluyor.
Sonuç: Yüksek yargıya böylesine ağır bir kaosu da yaşatan tek adam rejimini Türkiye daha ne zamana kadar taşıyacak?