Ehl-i dalâletin tam bir tesanüd halinde, adeta cemaatleşmenin getirdiği bir şahs-ı manevînin dehasından aldığı ilâve güçle hücumuna karşı, ehl-i hakkın o kuvveti dengeleyip göğüsleyecek güç ve ağırlıkta bir “mukabil şahs-ı manevî” çıkararak hakkaniyeti muhafaza ve hakkı bâtılın savletinden kurtarma vazifesi son derece önemli.
Bunun için, meşrep ve metodları farklı olsa da maksat ve hedefleri aynı olan hizmet ekolleri arasında “rekabetkârane ihtilâfın bulunmaması” yetmez. En bedevi aşiretlerin dahi haricî taarruz karşısında aralarındaki kavga ve ihtilâfları bir kenara bırakarak kenetlenen tavrının gerisinde kalmayarak, hakikî ve samimî muhabbete dayanan kuvvetli bir ittifak ve dayanışma içine girilmesi gerekir.
Üstad Bediüzzaman, Birinci İhlâs Lem’asında, haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşaları terk edip, ehl-i hakkı mağlûbiyet ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir uhrevî vazife telâkkî ederek, yüzlerce âyet ve hadisin şiddetle emrettiği kardeşlik, sevgi ve yardımlaşmayı yerine getirmemiz gerektiğini ifade ederek şöyle diyor: “Bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette dindaşlarınızla ittifak ediniz.”
Bu ittifakın başarılamayışı, tam tersine ihtilaf ve fitne tuzakları sebebiyle, maruz kalınan sıkıntılar bir türlü aşılamıyor. Artarak devam eden hukuksuzlukların yol açtığı son derece ağır ve vahim mağduriyetler giderilemiyor.
Musibetin devamı için kadere fetva verdiren bu hazin durumun artık mutlaka sona erdirilmesi gerekiyor. Yaşanan tecrübeler şunu öğretmiş olmalı: Siyasetle bu işler olmuyor. Aynı inanç ve değerleri paylaşıp “hakka hizmet” ortak paydasında buluşan insanların siyasî tarafgirlik ve karşıtlıkları bir kenara bırakarak siyaset dışı zeminlerde safları sıklaştırmasının zamanı çoktan geldi de geçti bile.
Hedef ve misyonunu rıza-yı İlâhîye erişmek ve önce kendisinin, sonra başkalarının imanlarını ve ebedî hayatlarını kurtarmak olarak tarif eden hizmet erbabı, başına sarılan dehşetli fitneleri bir an önce söndürüp bunca insanın, özellikle gençlerin kendilerine ulaşacak iman hizmetini beklediği günümüz ortamında, tevhid-i imanîye dayalı bir gönül birliği üzerine inşa edilecek “vahdet-i içtimaiye”yi gerçekleştirmek için daha neyi bekliyor?